Friday, December 18, 2009

Çocuklar, Yazamayan yazarlar vs.


Çocuklar ve iki yüzlü büyükler!

Bir gün sokakta yürüyorken, bir kaç dakika içinde bir olaya şahit oldum: Zaman zaman alışveriş yaptığım bir bakkalın işletmecisi başka bir adamla konuşuyordu. Bu işletmecinin oğlu olduğunu düşündüğüm bir çocuk ona bir şeyler söyledi. Fakat babası, çocuğa herhangi bir tepki vermeksizin diğer adamla konuşmasına devam etti. Çocuk da babasının kendisini duymadığını düşünmüş olsa gerek ki, yeniden babasına bir şeyler söyledi. Babanın çocuğunu duymuyor olması mümkün değildi, ama yine herhangi bir tepki vermedi. Derken çocuk üçüncü kez babasına hitap edince, adam birdenbire ve hışımla dönüp: " Sussana be!" diye başlayan bir cümleyle çocuğu kötü bir şekilde azarladı. Çocuk doğal olarak mahcup oldu. Kendi kendime şunu düşündüm: Bu adam çocuğu kendisine ilk kez hitap ettiğinde ona dönüp: "Oğlum, söyleyeceğin şey acele değilse, seninle biraz sonra konuşalım" diyebilirdi. Çünkü bu adam, dükkânına gelen müşterilerine çok iyi davranabiliyordu; başka bir deyişle nazik olmanın nasıl bir şey olduğunu biliyordu!

"Eşşoğlueşşek!"

Yine bir gün arkadaşlarımla bizim oradaki bir kahvede oturmak durumunda kalmıştım. Mekâna bir adam çocuğuyla birlikte geldi. Çocuk büyüklerin yer aldığı bir mecliste nasıl davranacağını bilemediğinden olsa gerek ki, oturmayıp ayakta beklemeye başladı. Babası (olacak adam) çocuğa dönüp: "Eşşoğlueşşek otursana!" dedi. Zavallı çocuk, şaşkınlıkla bir yere ilişti.

Bu insanlar, tıbben çocukları olmama durumunu yaşasalardı, doğal olarak, hastahane hastahane, doktor doktor dolaşıp tedavi yollarını arayacaklarından adım gibi eminim. ve ben de öyle bir durumda aynısını yapardım Ama Allah onlara bir çocuk veya çocuklar lutfettiğinde o küçük canlara karşı da kaba olabiliyorlar. Ben bunu büyük bir iki yüzlülük olarak görüyorum!

Bu insanların çocuklarını sevdiklerini biliyorum. Onlar çocuklarını belki de benim kendi çocuklarımı sevdiğimden daha fazla seviyorlar. Ama bu sevgilerini arabaları kadar süslemiyor, bu duygunun niteliklerini artırmıyorlar ve incelikle dışa vurmuyorlar. Başka bir deyişle, çocukları onların sevgilerini hissedemiyorlar; algılayamıyorlar.

İnsanların, sadece sevmenin yetmediğini, onu nitelikli bir hâle getirip dışa vurmaları gerektiğini bilmeleri gerekiyor.

Yazamayan yazarlar

Bir arkadaşım var ve bayan ayaklabıları imalatında çalışıyor; meslekî tabirle "zenne ayakkabı" sektöründe. Bu sebeple nerde bayan ayakkabısı görse elinde olmadan inceler. Eşiyle yürürken elinde olmadan bayanların ayakkabılarına bakıyor, bunu yapmaktan kendisini alamıyor! Bu sebeple eşiyle tartıştığı da oluyor. Çünkü aslında o sadece ayakkabılara bakarken, durum başka türlü görünebiliyor!

Buna benzer bir meslek hastalığı da bende de var. Elime bir yazılı metin geçince, ister-istemez metnin kalitesine, anlaşılabilirlik ve okunurluk derecesine bakıyorum. Falat ne yazık ki, iç açıcı olmayan yazılar görüyorum. Özellikle tercüme eserlerde durum vahim! Bir yandan da tanıdıklarımın dostlarımın internetteki sayfalarına araştırma veya onların ihtisas alanıyla ilgili olarak bilgi almak amacıyla girdiğimde de aynı durumu görebiliyorum. Hatta bazen bu türden metinleri evde yüksek sesle okuyorum ve ev halkına: "Ne anladınız bu okuduğum şeyden?" diye soruyorum ve sonunda başlıyoruz gülmeye. Çünkü anlamsız, uzun ve yazarın kendisinin bile sözgelimi bir ay sonra anlayamayacağı cümleler. Çünkü yazar kendi anlayacağı şekilde yazmış, ama bir süre sonra konuyu unutacağı için, kendisi de yazdıklarından konuyu öğrenemez! Çünkü cümleler veya metin konuyu anlatmıyor. Ben konuyu veya cümleyi anlasam da, okuma ve yazma alışkanlığımdan ötürü, yazarın ne anlatmak istedini tahmin edebildiğim için bunu başarabiliyorum!

Ben bu işi biliyorum haberiniz olsun!

Yazar olup da yazamayan bu dostlarımı uyarıyorum, ama anlatamıyorum. Belki mutevazı davrandığım içindir! Çünkü ben onları kırmadan durumu anlatabilmek için: "Ben de, daha bu işi bitirmedim ve elbette benim de eksiklerim var, ama istersen yazarlık deneyimimle sana yardımcı olabilirim" gibi cümlelerle durumu anlatmaya çalışıyorum. Ama bu "cilalı imaj" devrinde mutevazı olmaya çalışmak, bazı insanların sizi göz ardı etmelerine sebep olabiliyor. Beni dinlemek için televizyona çıkıp popüler olmamı bekliyorlar. Yahu zaten beni o zaman herkes tanıyacak! Siz bir fark ortaya koyun! Benim kalitemi anlamak konusunda kendinize yetemiyor musunuz da meşhur olmamı bekliyorsunuz? Meşhur olmayi veya televizyona çıkmayi istemıyor olamaz mıyım? Diyelim ki bir gün bugünkünden daha çok tanındım, bir çok televizyona veya radyoya davet edilmeye başladım. Siz geç kalmış olmayacak mısınız? Size zamanım kalacak mı? :)

E ben de o zaman şöyle diyeyim: "Kardeşim siz bu işi bilmiyorsunuz, ama ben biliyorum! Ya yazmayı bırakın ve kendinizi kötü bir duruma düşürmekten vaz geçin ya da arkadaş-büyük sözü dinleyin!" Nasıl? Böyle daha iyi oldu, değil mi?
------------
Savaş ŞENEL: Vizyonu, Misyonu ve Değerleri
-------------
Konuyla ilgili film-kitap önerileri yapmak-almak ve yorumlarınız için:
MSN: savassenel@hotmail.com
savassenel@savassenel.com
Skype: savas.senel
--------------------------

Thursday, April 23, 2009

BEN ASLINDA İYİ BİR DİNLEYİCİYDİM AMA…


Bir zamanlar üniversitede öğrenciyken bir derginin yazı heyetindeydim. Bu dönemde arkadaşlarımdan onları dinlemediğime dair eleştiriler alıyordum. Aslında onları dinlediğimi, hem de dikkatle dinlediğimi ve onların anlattıkları şeylerle –kendimce- çok ilgili cevaplar verdiğimi de düşünüyordum. Dolayısıyla bana yaptıkları bu eleştirinin sebebini bir türlü anlayamıyordum.

Bir gün, o yazı heyetinin de bulunan ve beni iyi tanıyan kişilerden biris olan psikiyatr Haluk Savaş, bana şunu söyledi: “Aslında senin yorumların, karşındaki kişinin ele almakta olduğu konuyla ilgili. Ama çok hızlı düşündüğün için ilgisi hemen anlaşılamayan cevaplar veriyorsun, çünkü konuyla cevabın arasında alışıldık olandan fazla sayıda basamak var. Seninle sohbet eden kişilerin, senin onları dinlemediğin hissine kapılmaları bu yüzden” Daha sonra bu konuda çözümler olduğunu da sözlerine ekledi. Ancak bu çözümlerin benim düşünce hızımı yavaşlatabileceklerini ve bu durumun yazarlığım konusunda bir dezavantaj olabileceklerini belirtti. Bunun üzerine ben de, herhangi bir tedavi yöntemi yerine kendimi kontrol etme fikrini benimsedim. Bu türden konuyla ilgisiz görünen ifadeler, yazılarımda da vardı ve sevgili dostum Gökhan Yorgancıgil de beni bu konuda uyarmıştı. Yazı yazarken asıl konuya odaklanıp onunla ilgisi olmayan ayrıntıları sonraki yazılara saklamamı tavsiye etti. 5 yıl süren radyoculuğumun bu konuda büyük katkısı oldu. O anda konuşmakta olduğum konuyla ilgili olarak aklıma çok şey geldiği hâlde, dinleyicinin hemen bağlantı kurabileceği şeyleri dile getirme veya ağzımdan konuyla ilgisiz görünen bir ifade çıkarsa, onun konuyla ilgisini belirtme alışkanlığı edindim. Ben Şanslıydım, çünkü etrafımdaki kişiler, hem insan olarak kaliteliydiler, hem de iletişim konusunda ustaydılar, dolayısıyla beni nazikçe uyarmışlardı.

Daha sonra bu sorunu yaşayan kişilere sıklıkla rastladım. Bu kişiler, aslında sohbet arkadaşlarının ele aldıkları konuyla ilgili olarak konuştukları hâlde, kurdukları bağlantılar çok uzak veya dolaylı oluyor ve sohbet arkadaşlarına ilgisiz oldukları imajını veriyorlar. Çünkü içinde bulundukları sorunun farkında değiller. Onları uyarmaya çalışıyorum, ama benim gibi, uyarıya açık olmayabiliyorlar. Bazı kişilerin anlattıklarıysa konu ile ilgisiz değil veya konuya uzak görünmüyor, ama az önce sözünü bitiren kişiye: “Evet, bu çok ilginç!”, “demek böyle oldu!” veya “benim de bu konuyla ilgili bir anım var” gibi geçiş cümleleriyle geribildirim yapmıyorlar. Bu sefer, anlattıkları şeylere bir şekilde tepki verilmesini bekleyen muhatapları, bu geribildirimleri alamayınca, kendilerinin dinlenmediğini sanıyorlar. Karşılarındaki kişinin, onları dinlemek yerine konuşma sırasını bekleyen “geveze” ve “ilgisiz birisi olduğu hissine kapılıyorlar.

Bir de çağrışımcı tipler var ki, onlar hepten “felaket” bir durum arz ediyorlar. Diyelim ki siz, insanların bazen ilgisiz ve duyarsız olduklarını kendinizce ifade etmeye çalışıyorsunuz ve: “Geçen gün yolda bir kedicik gördüm, kimse sahip çıkmamıştı ve ben onu alıp getirdim. Bizler bazen ne kadar duyarsız olabiliyoruz!” şeklinde bir cümle kuruyorsunuz. Karşınızdaki kişiden: “Ben de geçen gün bir İran kedisi gördüm, çok farklı ve güzeldi” gibi bir cevap duyabilirsiniz. Bu tür cevapların bir-iki kez olması herhangi bir sorun teşkil etmez, çünkü herhangi birisi de konuyu bu kadarcık dağıtabilir. Bununla birlikte, bu türden, temel kavramla ilgili, ama konuyla ilgisiz geribildirimleri sıkça duyuyorsanız, karşınızdaki kişi “çağrışımcı” birisidir ve “onunla işiniz zor” diyebilirim! Çünkü konuyla ilgili değil, cümlenizin içinde geçen herhangi bir kelimenin ona hatırlattıklarıyla ilgili konuşur ve bazen de uzun hikayeler anlatır. Bu türden kişilerle sohbet ediyorsanız, onlardan istediğiniz geribildirimleri bir türlü alamazsınız. Özellikle bu kişiler fikirlerinden yararlanmak istediğiniz birileriyse, yorulacaksınız demektir. (Bazen ben de böyle yorucu olabiliyorum!:))

Çağımızın trajik bir sorunu var: Ele aldığımız konular gittikçe daha çok hassaslaşıp, daha özenli ve dikkatli iletişim süreçleri gerektirdikleri hâlde, bu konuda harcamamız gereken zamana ait kotamız gittikçe azalıyor. Bu durum, insanın kendisini ve sosyal ilişkilerini yıpratıp, kişiyi ve hayatını acıtacak düzeyde ters bir orantı ortaya koymaktadır.

Dolayısıyla, insanların bu duruma bir derece çare bulabilmeleri ve bu az zamanı verimli kullanmayı öğrenebilmeleri için, sıklıkla önerdiğim gibi, her türden okulda “iletişim” dersleri olmalıdır ve bu dersler, bu konuda ustalıklarıyla net sonuçlar almış eğitimciler, satıcılar, din adamları, liderler vs. tarafından verilmelidir.

Ülkemizde “fırsat maliyeti teorisinin” sadece işletme ve iktisat bölümlerinde ve iletişim derslerinin de sadece iletişim fakültelerinde okutuluyor olması gibi
“vahim" hata yaşanmaktadır. Buna “vahim" bir hata diyorum çünkü seçim yapmak durumunda kalan herkes “fırsat maliyeti teorisini” ve iletişim kurmak zorunda kalan herkes de “iletişimin ayrıca-müstakil olarak ele alınması gereken bir beceri” olduğunu öğrenmek zorundadır!

Yani bütün insanlar!

---------------
Savaş ŞENEL: Vizyonu, Misyonu ve Değerleri
---------------
Konuyla İlgili diğer yazılar, öneriler: Görmek istediğiniz linkin adını tıklayınız:
Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde Ustalıklı İletişim ve Yabancı Dil Öğrenimi” üzerine verdiğim seminerler
Prof. Dr. Haluk Savaş Hakkında
Yönetmen Gökhan Yorgancıgil hakkında
Birisi Gururlu, diğeri sabırlı İki genç insanın arasındaki yanlış anlamalarla ilerleyen güzel bir film: Pride and Prejudice:Türkiye’deki adıyla “Aşk ve Gurur”
Sürekli olarak aralarında yanlış anlamalara yol açan bir şekilde iletişim kuran iki kafadarı konu alan güzel bir radyo tiyatrosu!
İletişim Konusunda ilginç bir kitap: İnsanları okumak1, 2
İletişim konusunda diğer güzel bir kitap: İnsanlara Ulaşmak!
İletişim Kurmak, Herkesin Doğal Olarak Sahip Olduğu Bir Beceri midir?
Ustalardan İletişim Sırları
İletişim Kurarken, Algınız Sizi Yanıltıyor Olabilir, Bunun Farkında mısınız?
İletişimciyim, O Hâlde Herkesle Anlaşmalıyım(mı?)
İyi Bir Dinleyici Olmanın Afetleri
-----------
Konuyla ilgili film-kitap önerileri yapmak-almak ve yorumlarınız için:
MSN: savassenel@hotmail.com
savassenel@savassenel.com

----------




Friday, March 27, 2009

ZİHİNLERİNDE SİZİNLE İLGİLİ OLARAK UMUTLU BİR VİZYON TAŞIMAYAN KİŞİLERE DİKKAT!


Yıllar önce bir arkadaşımla konuşuyorduk. Yapmakta olduğum işlerle ilgili olarak kendi vizyonumu anlattığımda, yazan-çizen düşünür türden kişilerin kolay anlaşılamadıklarını ve maddî açıdan hep sıkıntı çektiklerini söyledi. Başka bir deyişle, kentsoylu ve varlıklı olmayan, sadece "zengin" olan kişilerin ortak düşüncesini dile getirmişti. Bu düşünceye göre, yabancı dil bilen birisi seminer vermemeli, çabucak para kazanmak için, ithalat-ihracat işine girmelidir! Sonradan bu kişinin benimle ilgili vizyonunun da aynı olduğunun farkına vardım. Çünkü benim kendi yolumda ilerlemem konusunda yardımcı olabilecek birisi olduğu hâlde, bu konuda hatırı sayılır bir çabası yoktu. Evet birkaç çabası olmuştu, ama bunlar onun gücünü yansıtmayacak türden ve küçük şeylerdi. Çünkü benimle ilgili olarak zihninde beslediği vizyonda, yazarak, konuşarak veya başka bir şekilde düşüncelerini paylaşan ve bu şekilde önemli yerlere gelen birisi yer almıyordu.

Benimle sohbet ediyor ve zamanını ayırıyordu. Gerek duyduğumda bir-iki kez bana ödünç para da vermişti. Fakat benim kendi yolumda ilerlemem konusunda hatırı sayılır bir çabası yoktu. Belli ki, o beni, benim kendimi gördüğüm yerlerde görmüyordu. Dolayısıyla beni o yerlere taşımak için yapabileceklerini yapmıyordu. Yazarların nahif insanlar olduğunu belirtiyordu. Ama “kasada fark ettirmediği hâlde” onunla saatlerimi geçiriyor olmamın da bir nahiflik işareti olduğunu görmüyordu. O benim ofisime gelmiyor, hep ben onun ofisine, onun evine veya ofisine yakın yerlere gidiyordum. Çünkü ben yazıp-çizen bir eğitimciydim, nahiftim ve vaktim vardı(!). Daha doğrusu vaktimi insanlara karşılıksız ayırabilirdim ve daha sonra da “yazarların ve eğitimcilerin” pek de "uyanık" olmadıkları gibi şeyleri dinleyecek sabra sahiptim!

Bu kişinin yapabileceği şeyler, benim alanımla ilgili kilit-önemli kişilerle tanıştırmak veya buna benzer şeyler olabilirdi… Başka bir deyişle istediğim şey "sadaka" değildi.

Beni olmak istediğim yerde göremeyen insanlara karşı bir kızgınlık beslemiyorum. Çünkü onların bu tavrında benim de katkım olabilir. Ama bazen: “Saatlerinizi kendisiyle harcamaya değer bulduğunuz birisinin vizyonuna katkıda bulunmak için hiç mi bir şey bulamıyorsunuz yahu” dediğim insanlar da olmuştur!

Dolayısıyla benimle ilgili vizyonları parlak olmayan veya beni desteklemeyen insanlarla daha az zaman geçirmeye başladım. Bunun yerine kendimi geliştirmeyi ve "nasıl daha iyi olabilirim?" sorusunun olası cevaplarını aramayı tercih ediyorum.

Sizinle ilgili vizyonlarının tatsız, kötümser ve umutsuz olduğunu fark ettiğiniz kişilerle ilişkileriniz askıya alın veya ilişkinizi kendi hâline bırakın derim. Bunu yapamazsanız, hiç değilse şuna dikkat edin: Onlarla kendi vizyonunuzu paylaşmayın; Böyle bir paylaşımdan kaçınmakla, hayalleriniz hakkında onların olumsuz bir şekilde konuşmalarını da engellemiş olursunuz.

Sözgelimi, İngilizce öğrenmek için çaba gösteriyorsunuz, düzenli olarak çalışıyorsunuz ve az-buçuk ilerleme de kaydediyorsunuz. Ama bir arkadaşınız sizin İngilizce öğreneceğinize inandığı için veya inanmadığı hâlde size yardımcı oluyor; Sözgelimi, yararlı olacağını düşündüğü kitapları size getiriyor veya size bu kaynakların adlarını veriyor veya hiçbir şey yapmasa da sizin viyonunuzla ilgili olarak olumsuz konuşmuyor. Bu türden bir arkadaşla ilginizi kesmenize gerek yok. Ama diyelim ki, bir başka arkadaşınız da sizin İngilizce öğrenemeyeceğinize inanmakla kalmıyor, bunu dile de getiriyor. Bu kişi, zaman içinde sizin İngilizce öğrenmenizi bir şekilde engellemeye de çalışabilir. Çünkü insanlar, inançlarını gerçekleştirmek için farkında olmaksızın çabalarlar. Sizin, İngilizce öğrenmeniz konusundaki vizyonu "parazitli" olan birisinin tavırları da "parazitli" olacaktır. Bu durumda o kişiyle ilişkileriniz ölçülü olmalıdır.

“Şunlara dikkat etmedikçe, vizyonun gerçekleşmez. Aman dikkat et!” gibi şeyler söyleyen bir dostunuzsa sizi korumak istiyordur. Haklı eleştirileri olabilir. Bu eleştirilere kulak vermekte de yarar vardır. Bu türden arkadaşlar, sizin için birer danışman görevi de görebilirler ve çizginizi korumanız konusunda size yardımcı da olurlar.

Elbette, etrafınızı “dalkavuklarla” doldurun demiyorum. “Fantazi” denebilecek düzeyde “uçuk” hayallerinize destek veren "romantiklerden" de uzak durun derim. Dalkavukların tuzağına düşmüş birisiyle yakın zamanda tanışma şansım oldu. Bir yanıyla mükemmel olan ve zaten bu yanıyla bulunmaz bir hazine durumunda bulunan birisinin hiç de sahip olmadığı başka vasıflara nasıl sahiplendiğini gördüm. Bunun sebebi,
"dalkavuk" arkadaşlarıydı. Bir yanıyla sınırsız bir takdiri hak eden bu insan, ona ait olmayan vasıfları sahiplendiği için “itici” birisi olarak tanımlanıyor. Etrafındaki “dalkavukların” ona ne yaptıklarını fark etmeden de, bu durum alsa düzelmeyecek.

Sizi aslında belki de bilmeden “kandırmaya” çalışan "romantikler" gibi sizin gerçekçi hayallerinizi ve hedeflerinizi hor gören “mantık küplerinden de” uzak durun derim. Gerçekleşmesi için her gün çabaladığınız, akılcı bir plan ve stratejiyle ilerlemeye devam ettiğiniz bir konuda size destek vermek yerine, size negatif şeyler söyleyen birisi sizin yakın dostluğunuzu hak etmiyor demektir. Elindeki imkânları size sunmaktan bir şekilde kaçınan kişiler de bu sınıfa dahildirler. Araya mesafe koymakta serbestsiniz ve hatta bu sizin için kaçınılmazdır.

Bu türden kişilerin sizin "menfaatçi" olduğunuzu ima etmelerine veya açıkça söylemelerine aldırmayın. Bu ifade, ilişkilerin maddî veya manevî olarak beslenmeleri gerektiğini göz ardı eden bütün "cimrilerin" ortak söylemidir.

Siz menfaatçi değilsiniz, aslında onlar cimridirler.
---------------------------
www.savassenel.com
---------------------------
Konuyla İlgili diğer yazılar, öneriler: Görmek istediğiniz linkin adını tıklayınız:
Vizyon ve Misyon
Vizyon ve Misyonumun Yazılı Olduğu Sayfa
İlişkilerinizin Her birisiyle İlgili Bir Vizyonunuz var mı?
Vizyon konusunda güzel bir film: October Sky: (Birkaç sahnesi çocuklar için uygun olmayabilir)
Eylemsiz olmamız Tarafsız olduğumuz anlamına gelir mi?
Bilgisayar siz daha vizyoner ve zeki birisi yapar mı?
Arkadaşlarımız bizi yalnız bırakmazlar mı?
Bugün Yolunuzda Yürüdünüz mü?
-----------
Konuyla ilgili film-kitap önerileri yapmak-almak ve yorumlarınız için:
savassenel@hotmail.com
savassenel@yahoo.com

Monday, March 16, 2009

HESAPSIZ İLİŞKİ OLMAZ; BÜTÜN KALICI VE NİTELİKLİ İLİŞKİLER, İYİ NİYETLE YAPILMIŞ HESAPLARA DAYANIRLAR


İLİŞKİLERİNİZ KONUSUNDA BİR VİZYONUNUZ VAR MI?

Okuma programımdaki kitaplardan birisinde “Gaye-i hayal olmazsa, ezhan enelere döner!” şeklindeki bir söz yeniden dikkatimi çekti. Bu Osmanlıca ifadeyi: “Kişilerin vizyonları-geleceğe dair bir hayalleri olmazsa, birbirlerine odaklanırlar!” şeklinde açıklayabilirim. İlişkilerde insanalrın sadece birbirlerine daklanmaları, katma değerler olmaması, "sadece biz birbirimize yeteriz" veya "hesapsız severiz" gibi düşünceler ne yazık ki verimli sonuçlar getirmiyor.

Hollywood’un bize sattığı “hesapsız ilişki ve aşk” masalından sıkılmaya başlamış olmamın da, bu söze karşı beslediğim ilginin canlanmasında büyük payı var! “Hayatı geldiği gibi yaşamak” olarak adlandırabileceğim ve güya “hesapsız ve beklentisiz” olmaya dayanan bu anlayış, aslında azımsanamayacak sayıda insanı mutsuz ediyor “Nerede hata yaptım acaba?” diye sıkıntı içinde bırakıyor. Çünkü hesapsız ve beklentisiz ilişkiler, iflas ediyorlar!

Ben de sinema filmleri seyrediyorum, çok eğleniyorum veya duygulanıyorum da. Bir filmin etkisi altında günlerce dolaştığım olmuştur. Ama tutup da o filmi yaşamaya kalkamam! Sonuçta senarist ve yönetmen kendi gerçekliklerini oluşturuyorlar ve onları bu sebeple suçlayamam! Ama benim de kendi gerçekliğim var ve olmalı!

Hesapsız ilişki olur mu? Hesapsız ilişki olmaz; Bütün kalıcı ve nitelikli ilişkiler, iyi niyetle yapılmış ve yapılmakta olan hesaplara dayanırlar. Aşk, arkadaşlık, dostluk, aile ilişkileri vs. bütün ilişkiler birer hesaba ve dikkate dayanır. Bundan doğal ne olabilir? Evinize bir çiçek alıyorsunuz, çiçeğin yanında verilen dokümanda, çiçeğin nasıl bir ortamdan, topraktan hoşlandığı ve ne kadar sıklıkta sulanmaya gerek duyduğu yazılı oluyor. Çiçeğin büyüyeceğini ve bir gün onun daha geniş bir yere ihtiyaç duyabileceğini bile düşünüp-hayal ediyorsunuz! Yani onunla ilgili bir vizyonunuz oluyor! Mesela, evimizde bir kedimiz var; Mamasını ve suyunu eksik etmeyip onu kucağımıza alıp seviyoruz. Ona yaptığımız şakalarımıza, huysuzca tepki vermesi mümkünken, bize zarar vermeden uzaklaşıyor. Çünkü zihninde ilişkimizle ilgili bir vizyonu var! Çünkü acıktığında, susadığında veya sevilmek istediğinde yanında olan biziz.

İlişkileri hesaplamaktan kastım, sonunda sadece size maddî veya manevî kâr getiren bir yaklaşıma sahip olmak değildir. Sahip olduğunuz ilişkiyi dejenere olmaktan, rayından sapmaktan, bencil ve geçici olmaktan alıkoyacak her türlü tedbiri almak ve bu konuda kafa yormaktır. Meselâ benim öğrencilerimin her birisiyle ilgili bir vizyonum ve hesabım vardır. Onlarla ilgili beklentilerimin ortak yanı şudur: Bir gün yollarımız ayrılsa bile, onlara ne katmış olmalıyım? Benimle geçirdikleri zamanı nasıl olur da onlar için bir tür yatırım hâline getiririm? Bütün bunları kendimi yıpratmadan ve uzun vadeli bir şekilde yapmanın yolları nelerdir?

Dostlarım için de birer vizyonum ve bu vizyona bağlı olarak sorularım vardır; Onların hayatlarını nasıl zenginleştirebilirim? Ola ki bir ilişki, sürekli benden veya karşımdaki kişiden götürmeye başladıysa ve ben o ilişkiyi kaybetmek istemiyorsam, nasıl olur da denge sağlarım? Çünkü benim de, karşımdaki kişinin de zamanımız ve diğer kaynaklarımız sınırlıdır; Kaynaklarımızı hemen tüketip, bir gün o ilişkiyi yitirmek yerine, yükü dengeli bir şekilde dağıtıp ilişkiyi sürdürmenin yolları nelerdir?

Karşımdaki kişi, sözgelimi bir bayansa, cinsiyet farkını vurgulamadan, ama göz ardı da etmeden, (çünkü bu farkı göz ardı etmek nezaket kurallarına aykırıdır) nasıl arkadaşlık kurabiliriz ve arkadaş kalabiliriz?

Muhatabım olan kişi varlıklı birisiyse, bunun bir çekici güç olmasından dolayı sürekli ilgi odağı olmaktan sıkılmış durumdaysa, amacımın tek taraflı bir fayda değil adil bir alış-veriş olduğunu ona nasıl anlatırım?

Örnekler çoğaltılabilir.

Zaten bu kadar soru bile kafanızı da karıştırdı değil mi?

Hemen kendimce bulduğum çözümü sunayım size: Her bir ilişki için ortak bir vizyon edinmek, en iyi çözümdür. Olumsuz ihtimalleri hesaplamak yerine, olması gerekeni ve tavrınızı ortaya koymak, hatta karşımızdaki kişiye “seninle ilgili vizyonum budur!” şeklinde dile getirmektir. Uygulamada “arıza” çıkarsa, ki bu mümkündür, hemen bu vizyona uygun bir şekilde düzeltmek mümkün olabilir. Ama şunu belirtmeliyim, bir ilişki ile ilgili olarak net ve sağlam bir vizyonunuz varsa, bu vizyon tavırlarınıza yansır. Şunu da belirtmeliyim: Bir ilişki için vizyon belirlemek, karşınızdaki kişiye bir mesaj vermekten çok, kendi kalbinize ve beyninize mesaj vermek içindir: “Bak Savaş, senin bu ilişkiden beklentin budur! Yolun budur, başka bir yolu unut!”

Zihninizde böyle bir yol haritası bulundurmak, size kolaylık sağlar ve hareketlerinize samimî bir rahatlık verir. Vizyondan sonra, o vizyonu besleyecek adımlar ve o ilişkiye katacağınız değerleri belirlemek daha da kolaylaşır.

Her ilişki için birer vizyon belirlemek zor mu geliyor? O zaman şöyle sorayım: Bir ilişki, bir saksı çiçeğinden daha fazla ilgiyi hak etmiyor mu sizce?
--------------
Savaş ŞENEL: Vizyonu, Misyonu ve Değerleri
--------------
Konuyla İlgili diğer yazılar, öneriler: Görmek istediğiniz linkin adını tıklayınız:
- Misyon, Vizyon ve Değelerinizi belirlemek konusunda yardımcı olabilecek kaliteli bir kitap
- Hayattaki Vizyonunu yakalayamamış birisini konu alan güzel bir radyo tiyatrosu: "Niyazi Diye Birisi”
- Bir ilişkiyi yapılandırmak konusunda keyifle seyredilebilecek bir film: “Green Card-Yeşil Kart”
- Girişimcilerin öncelikleri
- Vizyonunuz, Misyonunuz ve Değerleriniz Netleşmedikçe Gününüz-Hayatınız netleşmeyecektir!
- Gerçek ilişkiler, içlerinde çatışmaları da barındırırlar!
- İncelikli iletişimin sırları
- Bir ilişkide ayrıntılar ne kadar önemli olabilirler?
- "Randevusuz Çıkmam!” desem çok havalı mı olurum?
- İlgilendiğiniz konularda hedefler koymanın iki büyük yararı
- Sosyalleşmek masraflıdır!
- Maddî-Manevî ortak projelerimiz olsa, daha sık görüşmez miydik?
-----------
Konuyla ilgili film-kitap önerileri yapmak-almak ve yorumlarınız için:
savassenel@hotmail.com
savassenel@yahoo.com