Wednesday, August 29, 2007

“RANDEVUSUZ ÇIKMAM!” DESEM ÇOK HAVALI MI OLUR? (9)


Kendisinden randevu istediğinizde, karşınızdaki kişi “randevuya ne gerek var yahu? İstediğin zaman gel” diyorsa, Sakın ola fazla sevinmeyin. Eğer beş dakika uğrayıp selam verecekseniz sorun yok. Ama ciddî bir şeyler konuşacaksanız, ziyaret edeceğiniz kişinin sizi çok ciddiye almadığını bilin.

Bazı kişiler zaten çok yoğundurlar, gerçekten de randevu veremezler ama siz de kırmak istemezler. Sizi davet ederler. Bu kişiler, aslında sizinle ilgilidirler ama hayat tarzları bir anda bir kaç kişiyle görüşmelerini gerektiriyor olabilir. Bu yazı, bu tür kişilere sitem içermiyor.

Fakat randevu almak neden önemli, size açıklamak isterim

Beni en çok bekletenler veya en verimsiz görüşmeleri yaptığım kişiler, “randevuya ne gerek var?” diyenlerdir. Çünkü size randevu vermemeleri aslında sizinle çok da ilgilenmeyecekleri veya ilgilenemeyecekleri anlamına gelir. Çünkü “randevu vermedikleri” için sizin gittiğiniz süre zarfında başka misafirleri de olur ve sizinle tam olarak ilgilenemezler.

Randevu vermeyişlerinin diğer bir sebebi de, sizi günlük hayatlarına monte etme alışkanlıkları olabilir. Başka bir ifadeyle sizinle birlikteyken bilgisayarlarının monitörüne bakmaya devam ederler. Telefon görüşmelerine ara vermezler. Size randevu vermeye gerek duymamalarının anlamı, “ben zaten işlerime yapmaya devam edeceğim, sen merak etme, benim programımı bozamazsın” anlamına geliyor olabilir.

Görüşmek istediğiniz kişi size “on dakikam var. Sizinle on dakika görüşebilirim, şu saat gelin” diyorsa bu güzel işarettir. Sizinle on dakika da olsa büyük ihtimalle dolu dolu ilgilenecektir.

Buradan yola çıkarak, tevazu işareti sandığımız şeylerin aslında ilgisizlik işareti olduklarını söyleyebilirim. “Randevuya gerek yok canım” ifadesi aslında tevazudan çok özensizlik anlatır. Sizin olaya yüklediğiniz ciddiyeti ortadan kaldırıp, kendi özensizliklerini hoş gösterme çabasıdır.

Konu biraz farklı olsa da ”paranın ne önemi var” diyenlerin tavrı da aslında budur. Para gibi “önemli” bir kavramın önemini göz ardı ederek, sanki ilerde size açacakları maddî yaraların pansumanını daha önceden yapıyor gibidirler. “Randevuya ne gerek var” diyen kişi de “paranın ne önemi var” diyen kişi de sonunda sizi göz ardı eder ve kendi işlerine bakarlar. Bu iki ifadenin ortak yanı, telaffuz edenlerin sizi değil, sadece kendilerini düşünmeleridir.

Bu sebeple bütün görüşmelerimde randevu almaya veya randevu vermeye çalışırım. Kendimi görüşmeye hazırlarım. Kendi ofisimi düzenlerim. Eksikleri gideririm. Görüşmeye hazır hissetmek hoşuma gider. Randevu almadan ziyaret ettiğim dostlarım eğer benimle ilgilenemezlerse fazla şaşırmam veya alınmam. Aslına bakarsanız, mekânlarına girmeden önce telefon ederim geldiğimi haber veririm. Müsait değilse de yanına gitmem. Baskın yapmak hoşuma gitmez!

Bu sebeple randevu almadan bir yere gitmeyin ve bütün ayrıntılar ın net olduğundan emin olmadan da iş anlaşması yapmayın derim.

Yanlış mı derim?
-----------
www.savassenel.com
-----------
Konuyla ilgili film-kitap önerileri yapmak-almak ve yorumlarınız için:
MSN: savassenel@hotmail.com

İYİ BİR DİNLEYİCİ OLMANIN AFETLERİ- ZARARLARI (8)





Saygılar

Savaş ŞENEL

www.savassenel.com

İLETİŞİMCİYİM, O HALDE HERKESLE ANLAŞMALIYIM (MI?) (7)


Sağlıklı bir iletişim kurmak, karşımızdaki insan ya da insanlarla anlaşmanın ilk şartı sayılabilir. Bununla birlikte, iletişim kurmakla, anlaşmak arasında fark vardır. İletişim, mutlak anlamda anlaşmak değildir. Sağlıklı iletişim kurmak, her koşulda karşımızdaki insanla anlaşmayı garanti etmez. Fakat, iyi bir iletişim kurulursa, anlaşamadığınız noktaları ortaya çıkarabilir, bunları çözmeye çalışabilirsiniz. Hiç değilse, “şu sebepten dolayı anlaşamadık” deme şansına sahip olursunuz.

İletişim, "karşımızdaki kişiye kendimizi anlatabilmek ve karşımızdaki insanı da anlamaktır." Tamamıyla anladığımız bir kişiyi onaylamak ya da onun bizi onaylaması, iletişimin mutlak bir parçası değildir. İki insanın sürekli birbirlerini onaylamaları da iletişim kurdukları anlamına gelmez. Aslında, tarafların durmadan birbirlerini onayladıkları bir durum, biraz da şüpheli bir durumdur.

İletişim kurarsak, sözgelimi karşınızdaki insanın neden kaba biri olduğunu, onu bu hale getiren sebepleri anlayabilirsiniz. Bunu anlamanız, o insana yardım etmenizde işe yarayabilir. Ama o insanın kabalığını onaylamanızı gerektirmez. Hele kabalığından sıyrılma çabası yoksa, çok iyi bir iletişim kursanız da, o kişiyle anlaşmanız hâlâ mümkün değildir.

Anlaşmaya giden yolun en önemli parçası sağlıklı bir iletişimdir. Fakat “İletişim eşittir anlaşmak” düşüncesi, ne yazık ki yanlıştır.

Bu açıdan, iletişimi iyi olan kişilerin herkesle oturup kalkmasını beklemek, herkesle iyi geçinmesini ummak, gereksiz şeyler beklemek anlamına gelir. Herkesle oturup kalkmak, zaman kaybı getiren hem de biraz politikaya kayan bir tavırdır. İyi iletişimciler, bu becerilerini herkesle anlaşmak için değil, kimlerle anlaşabileceklerini, kimlerle ortak çalışmalar yapabileceklerini bulmak için kullanırlar. Herkesle anlaşıyor görünmek, iletişimcilik değil politikacılıktır. Politikacı olmak için iyi bir iletişimci olmak mutlaka şart değildir, iletişim liderlik için şarttır.

Karşınızdaki kişiyle anlaşmanın mümkün olup olmadığını anlamak, nerede bırakacağını bilmek ve gerektiği zaman ortadan kaybolabilmek de, iletişimciliğin gereklerindendir.

İletişimciliğin, insan ilişkilerinde kendini geliştirmenin, herkesin ya da her devrin adamı olmaktan farklı olduğunu bilmelidir.
-----------------

www.savassenel.com

-----------------
Yorumlarınız için:
MSN:
savassenel@hotmail.com

TEMEL İLE İDRİS'İN İLETİŞİM HİKAYESİ (6)





Saygılar

Savaş ŞENEL

www.savassenel.com

Friday, August 24, 2007

DANIŞMANLAR, ASLINDA YİNE SİZE DANIŞIRLAR (5)


İlgili olduğum alanlarda bana danışan kişilere çok soru sorarım. Elbette bunun sebebi, onların özel hayatları konusunda meraklı olmam değil değil, onların ihtiyaçlarını ve beklentilerini elimden geldiği kadar anlama çabasıdır. Çünkü aslında, karşımdaki kişilerin sorduğu soruların cevapları yine kendilerinde gizlidir.

Danışmanlar, aslında bunu yaparlar. “Sorularınızın cevapları tamamıyla sizdedir” demiyorum, ama doğru cevapların bulunmasında anahtar işleve sahip olan ipuçları, yine sizdedir.

Sözgelimi yabancı dil öğrenimi konusunda bana danışan kişilere sürekli sorular sorarım. Çünkü hazır reçeteler yoktur. Hazır reçeteler varsa bile, hangisinin size uyduğunu anlamak için yine sorular sormam gerekir. Neden yabancı bir dil öğrenmek istediklerini, bu konuda ne kadar zaman ve bütçe ayırdıklarını, daha çok hangi araçlarla öğrendiklerini veya hangi araçlarla öğrenmeyi sevdiklerini, hedeflerini ve buna benzer şeyleri sorarım. Amacım mutlaka ders vermek değildir. Kendi başına çalışma alışkanlığı olan bazı kişilere mektupla öğrenim kurslarını bile öneriyorum. Ama onlar için hazırlayacağım programı belirlemek için bütün bu soruların cevaplarını bilmem gerekir.

Bu durumda, sorularımızın cevaplarının temeli bizdeyse, başka kişilere danışmak anlamsız mı olmaktadır? Elbette anlamsız değildir. Doğru soruları sorarak, gerekli cevapları arayan kişilere her zaman ihtiyacımız vardır. Aradığınız şeylerin cevapları sizdedir. Ama “öncü” cevapları ortaya koyacak olan soruları sormak, herkesin aklına gelmez veya kişiler genellikle doğru soruları bilmezler. Ama danıştığınız kişinin sizi doğru cevaplara götürmesi için, önce sizden bazı cevaplar alması gerekir ve bunun için de size sorular sorar. Sizin soru sorduğunuz kişinin, size bir sürü sorması önce “farklı” görünebilir. Ama bu gereklidir.

Bu durumda, doğru soruları sormak, danışmanlık yapmanın en önemli şartlarından birisidir. Sözgelimi nasıl yabancı dil öğrenebileceğinizi sorduğunuzda, sizin ilgi alanlarınızı, beklentilerinizi veya buna benzer şeyleri anlamaya çalışmaksızın, hemen cevaplar vermek, aslında “anlamsız” bir tavırdır.

Benim için soru sormanın diğer bir yararı da, söz konusu konuda ciddî bir hedefi olmayan “şakacı” kişilere farkındalık kazandırmasıdır. Bu tür kişiler, bir sohbet konusu ararlar ve
sizin İngilizce öğretmeni, tercüman veya iletişimci kişiliğinizi göz önüne alarak sorular sorarlar. Siz onlara sorular sorunca konunun gayet ciddî olduğunun farkına varırlar, size bir daha sorular sormazlar. Onların net bir hedefi olmaması suç mudur? Elbette hayır. Bu, onları ilgilendiren bir durumdur. Ama bir yere varmayan diyaloglardan kaçınarak, hem kendi zamanımı hem de karşımdaki kişinin zamanını korumanın da benim hakkım olduğunu düşünüyorum.

Net bir sonuçtan kast ettiğim şey, kişilerin benden ders almaları veya bir seminer vermem için beni davet etmeleri değildir. Her gün, temel konularda ciddiyetle sorular soran bir çok kişiye karşılık beklemeden cevaplar öneriyorum ve bence daha önemlisi kaynaklar veriyorum. Yeter ki kendileri için bir şeyler yapmak konusunda kararlı olsunlar.

“Hayat kısa, yapacak işler pek çok!” demişler, ne güzel demişler!
-----------
www.savassenel.com
-----------
Konuyla ilgili film-kitap önerileri yapmak-almak ve yorumlarınız için:
MSN: savassenel@hotmail.com

İLETİŞİM KURARKEN ALGINIZ SİZİ YANILTIYOR OLABİLİR; BUNUN FARKINDA MISINIZ? (4)


Bir dostumla bir seminere katılmıştık. Konuşmacı, seçtiği alanda oldukça başarılı olmuş ve telifler şeklinde gelen düzenli gelirler sayesinde, sadece maddî olanaklarını geliştirmekle kalmamış, aynı zamanda kendi özel projelerine ayıracak daha fazla zamana da kavuşmuştu.

Konuşmacı, başarısıyla ilgili ipuçlarını sunduğu bu seminerde, hayatıyla ilgili bazı slaytlar da göstermişti. Seminer bittiğinde salondan çıktık ve arkadaşımla dinlediklerimiz hakkında konuşmaya başladık. Arkadaşımın yorumu şuydu: “Bu ne ya? Hep paradan söz etti.”

Ben bu yorum karşısında kısa bir şaşkınlık yaşadım. Çünkü beni etkileyen şey, seminercinin ailesine ve kendisine daha fazla zaman ayırabiliyor olması ve bunun meyveleri olan bir çok şeydi. Ben de onun bundan büyük bir keyif aldığını düşünmüştüm. Gerçekten de, en çok üzerinde durduğu konu buydu. Ama bu avantaj da, kazandığı paranın sadece miktarıyla ilgili olmayan, aslında gelirinin türüyle, yani “aktif” değil “pasif” gelir oluşuyla ilgili olan bir avantajdı. Zaten semineri veren kişi de sık sık paradan söz etmediği gibi kazandığı paranın miktarını da dile getirmemişti.

Hoşuma gitmiş olan bir başka şey de, konuşmacının, seminerlere davet edildiği için, sık sık yabancı ülkelere gidip, ailesiyle birlikte tatil yapıyor olabilmesiydi.

İşin ilginç yanı, tekrar etmek gerekirse, bunları yapabilmesinin sırrı sadece para değildi. Daha yüksek gelire sahip olan ama zamansızlık çeken bir çok kişi, konuşmacının yapabildiklerini yapamıyordu.

Bütün bunları dikkate almayıp sadece “para”dan söz edildiğini düşünen bu arkadaşımın yorumu üzerine, insan algısının ne kadar yanıltıcı olabileceğini anlamıştım. Aslında parayı vurgulayan seminerci değildi, onca konu içinde paraya odaklanan kişi arkadaşımdı. Farkında olmadan en çok parayla ilgili kısımlara kulak kabartmıştı.

Buna benzer bir olayı bir gün üniversitedeki ofisimde yaşamıştım. Bir gün ofisime her zamankinden daha fazla öğrenci gelmişti. Ve o gün odama gelen öğrenci sayısındaki erkek-kız öğrenci oranı neredeyse eşitti. Genç hocalardan birisi bana “hocam bugün ziyaretinize sürekli bayan öğrenciler geliyor! Hayırdır?” diye takılıp espri yaptı. Ben de dedim ki: “Hocam, beni değil algınızı sorgulayın. Bugün en az bayan öğrenciler kadar erkek öğrenciler de beni ziyarete geldiler. Ama onların farkına bile varmamışsınız, hayırdır!” diye cevap verdim. Cevap şaşkınlıkla dolu bir suskunluktu ve kendi ofisime geçtim.

Kendi öz algısı tarafından aldatılan insanları görünce, algımı kendimden müstakil bir varlık olarak düşünmeye başladım. Onun bana fısıldadıklarını da süzgeçten geçirir oldum. “Acaba algım beni aldatıyor mu?” diye sormaya başladım. Mesela algınız size, karşınızdaki kişinin cimri olduğunu söyleyebilir ama o kişi aslında ihtiyaç sahiplerine verebilmek için para biriktiriyor olabilir. Bu gerçeği görmek için belki de biraz daha dikkatli bakmanız gerekiyordur.

Mesela bir arkadaşınız size arabasıyla ailesini gezdirebildiğini anlatıyordur ve belki de arabası eskidir de ama sizin onun konuşmalarında algıladığınız şey, onun arabasıyla övündüğü yanılsaması olabilir. Bu konuşmacının suçu mudur yoksa sizin mi?

Uzaktan gördüğümüz bir ipi veya dal parçasını bize yılan gibi gösterebilen şey de algımız değil mi? Evet aslında algımız bizi koruyor. Yani o ip yılan da olabilirdi. Ama hemen oaradan uzaklaşmak yerine, gördüğünüz şeyin gerçekten yılan olup-olmadığını kontrol etmek daha mantıklı olabilir.

Algımı da benden müstakil bir varlık gibi kabul edip, ondan gelen şeyleri hemen bağrıma basmak yerine önce sorgulamakla hata mı yapıyorum?

Ne dersiniz?
-----------
www.savassenel.com
-----------
Konuyla ilgili film-kitap önerileri yapmak-almak ve yorumlarınız için:
MSN: savassenel@hotmail.com