Saturday, March 08, 2014

Maço erkekler, hüzünlü kadınlar



(İlişki mi, düdük yarışı mı?)

Yabancı misafirlerimizle Türkiye’nin bazı illerine ziyaretlerde bulunuyorduk. Gittiğimiz bu yerlerden birisinde, yeni nişanlanmış bir delikanlıyla tanışmıştım. Nerden icap ettiyse, delikanlı bana nişanlısına “dikte” ettiği şeyleri anlatmaya başladı. Nişanlısı nereye giderse-gitsin onu aramalıymış, görüştüğü kişileri haber vermeliymiş, bakkala gitse söylemeliymiş vs. Ben de onu dinlerken hafifçe gülümsüyordum. Birincisi, bana bunları neden anlattığını anlayamamıştım. İkincisi nişanlısı zaten anladığım kadarıyla derli-toplu birisiydi ilgisiz yerlere gidip, ilgisiz kişilerle görüşecek bir bayan değildi. Üçüncüsü, bu delikanlı nişanlanmamış, bir hayat arkadaşı edinmemiş de, sanki kendi kendisine yetemeyen, saf bir bayanı himayesi altına almıştı!

Bu genç adam, bir yandan da, hayatına bir kadının dâhil olmasından rahatsız gibiydi. Aslında delice istediği, ama aynı zamanda büyük bir zaaf (!) veya insanı acıtabilecek bir sorumluluk olarak gördüğü ilişkisini, sanki onu ayıplayan birisine hesap verir gibi anlatıyordu. Evet, kadın gibi, çok riskli (!), zayıf (!) ve sorumluluk gerektiren bir kavramı hayatına dâhil etme zaafını göstermiş olabilirdi. Fakat bir “erkek” olarak ilkelerini (!) koymuş, kimin patron (!) olduğunu göstermiş ve böylece olası risklerin sayısını veya yapmış olduğu şeyin saflık derecesini azaltmıştı! Artık benim veya bir başkasının ona aptal veya saf gözüyle bakmasına imkân bırakmamıştı! E ben de artık onu hoş görebilirdim! Söz konusu gencin konuya yaklaşımı veya konuya nasıl yaklaştığıyla ilgili olarak bende bıraktığı izlenim buydu! Bu genç adam belli ki nişanlısını seviyordu. Belki de bu yaşadığı deneyimi tam çözemiyor ve zaman zaman onu incitip-yorduğunu tahmin ettiğim bu sevgiyle başa çıkamıyordu.

Bu delikanlının sözlerinden yola çıkarsak, ortak değerler-protokol açısından uzlaştığınız ve anlaştığınız bir kadının size bakkala giderken haber vermesine gerek var mı bilmiyorum! Evli çiftler ve hatta aynı evde yaşayan ev arkadaşları bile birbirlerine gittikleri yeri haber verirler. Ama bu iki tarafı da bağlayan bir adâb-ı muaşeret kuralıdır. Fakat bir erkek, evden çıktığı andan itibaren eşiyle bağlantısını koparabilirken, güvensizlik ifade eder şekilde, eşinin her hareketini kendisine haber vermesini beklemesi anlaşılır gibi değil.

Hele erkeğin uzun zaman telefonlarına cevap vermemekte sorun görmediği veya “toplantıdayım beni 2 saat bulamazsın” diyebildiği ilişkilerde, kadının her adımını erkeğe haber vermek zorunda olması iyiden iyiye anlamsızlaşıyor! Konu iffetse ve insanların sevdiklerince ortaya konan bir pozitif ve hoş bir “baskı” ile manen kontrol edilmeleriyse, erkek neden bu durumdan muaf oluyor ki? Modern dünyada erkek daha emniyetli bir konumda mıdır? Trafik kazası geçirme riski, sağlık sorunları veya nüfusun yarısından fazlası kadın olan bu dünyada karşı cinsle ilgili olarak erkekler daha mı güvende yaşıyorlar? Yoksa erkeklerin gebe kalma tehlikesi olmaması mı, bu güven ve kontrol durumunu belirliyor? Nedir yani? Kadınların ilk işi, ilk fırsatta birisini tahrik edip, ondan gebe kalmak mıdır?

Bir keresinde eşini her saat kontrol eder gibi arayan birisi: “Eşim beni akşam şu saate kadar aramaz. Ararsa kızarım, ama şu saatten sonra arayabilir! Çünkü merak eder. Haklı” demişti. Söz konusu saat ise akşam dokuzdu. Yani o eşini istediği zaman arayabilirken, acil bir durum yoksa eşi onu, saat dokuza kadar arayamıyordu. Peki neden? Bir erkeğin uzun saatler iletişimden uzak kalma hakkı var mıdır? Neden eşini kendisine ait böyle bir davranış kalıbına alıştırır ki?

Ben insanların protokollerde pazarlık etmelerinden yanayım. Bir insan, elbette eşinin bazı yerlerde bulunmamasını veya bazı kişilerle görüşmemesini isteyebilir. Zaten evliliğin bu türlü bir protokolü vardır. İki taraf da günlük programlarını ve gittikleri yerleri zaten birbirlerine söylerler. Bu zaten olması gereken bir şeydir. Ama erkek sadece “arkadaşlarla takılacağım” deyip, saatlerce ortadan kaybolabilirken, kadın sürekli bildirim yapmak zorundaysa, bu durum başka bir anlama bürünür. Ortada bir statü veya düdük yarışı var demektir!

Bu da aklı başında kadınların hüzünle yaşamaları anlamına gelir, çünkü bu statü ve güç vurgulama çabası, hayatın diğer alanlarına da yansır. Bu tek yanlı korumacılık ve güvensizlik yansıması, erkeğin ruhu bile duymadan onu incitebilecek şeyler yapabilme imkânı olan, ama bu tür şeylerden zaten tiksinen, karakter ve kişilik sahibi kadınlara hüzün vermekten başka bir şeye de yaramaz!
-------------------------
Bu yazıya eşlik eden melodi: “Forty-five”-Bootstraps
Bu yazıyla ilgili film önerim: “Born Yesterday” (1993) 
-------------------------
Savaş ŞENEL
İngilizce Öğretmeni-Eğitim Danışmanı
İletişim ve Yazarlık Koçu
savassenel@yahoo.com
---------------
Kitabın İkinci baskısı özel-Cep Boyutunda yapılmıştır
Okurlarıma teşekkür ediyorum.
Kendiniz ve dostlariniz icin guzel bir hediye: