Çocuklar ve iki yüzlü büyükler!
Bir gün sokakta yürüyorken, bir kaç dakika içinde bir olaya şahit oldum: Zaman zaman alışveriş yaptığım bir bakkalın işletmecisi başka bir adamla konuşuyordu. Bu işletmecinin oğlu olduğunu düşündüğüm bir çocuk ona bir şeyler söyledi. Fakat babası, çocuğa herhangi bir tepki vermeksizin diğer adamla konuşmasına devam etti. Çocuk da babasının kendisini duymadığını düşünmüş olsa gerek ki, yeniden babasına bir şeyler söyledi. Babanın çocuğunu duymuyor olması mümkün değildi, ama yine herhangi bir tepki vermedi. Derken çocuk üçüncü kez babasına hitap edince, adam birdenbire ve hışımla dönüp: " Sussana be!" diye başlayan bir cümleyle çocuğu kötü bir şekilde azarladı. Çocuk doğal olarak mahcup oldu. Kendi kendime şunu düşündüm: Bu adam çocuğu kendisine ilk kez hitap ettiğinde ona dönüp: "Oğlum, söyleyeceğin şey acele değilse, seninle biraz sonra konuşalım" diyebilirdi. Çünkü bu adam, dükkânına gelen müşterilerine çok iyi davranabiliyordu; başka bir deyişle nazik olmanın nasıl bir şey olduğunu biliyordu!
"Eşşoğlueşşek!"
"Eşşoğlueşşek!"
Yine bir gün arkadaşlarımla bizim oradaki bir kahvede oturmak durumunda kalmıştım. Mekâna bir adam çocuğuyla birlikte geldi. Çocuk büyüklerin yer aldığı bir mecliste nasıl davranacağını bilemediğinden olsa gerek ki, oturmayıp ayakta beklemeye başladı. Babası (olacak adam) çocuğa dönüp: "Eşşoğlueşşek otursana!" dedi. Zavallı çocuk, şaşkınlıkla bir yere ilişti.
Bu insanlar, tıbben çocukları olmama durumunu yaşasalardı, doğal olarak, hastahane hastahane, doktor doktor dolaşıp tedavi yollarını arayacaklarından adım gibi eminim. ve ben de öyle bir durumda aynısını yapardım Ama Allah onlara bir çocuk veya çocuklar lutfettiğinde o küçük canlara karşı da kaba olabiliyorlar. Ben bunu büyük bir iki yüzlülük olarak görüyorum!
Bu insanların çocuklarını sevdiklerini biliyorum. Onlar çocuklarını belki de benim kendi çocuklarımı sevdiğimden daha fazla seviyorlar. Ama bu sevgilerini arabaları kadar süslemiyor, bu duygunun niteliklerini artırmıyorlar ve incelikle dışa vurmuyorlar. Başka bir deyişle, çocukları onların sevgilerini hissedemiyorlar; algılayamıyorlar.
İnsanların, sadece sevmenin yetmediğini, onu nitelikli bir hâle getirip dışa vurmaları gerektiğini bilmeleri gerekiyor.
Yazamayan yazarlar
Bir arkadaşım var ve bayan ayaklabıları imalatında çalışıyor; meslekî tabirle "zenne ayakkabı" sektöründe. Bu sebeple nerde bayan ayakkabısı görse elinde olmadan inceler. Eşiyle yürürken elinde olmadan bayanların ayakkabılarına bakıyor, bunu yapmaktan kendisini alamıyor! Bu sebeple eşiyle tartıştığı da oluyor. Çünkü aslında o sadece ayakkabılara bakarken, durum başka türlü görünebiliyor!
Buna benzer bir meslek hastalığı da bende de var. Elime bir yazılı metin geçince, ister-istemez metnin kalitesine, anlaşılabilirlik ve okunurluk derecesine bakıyorum. Falat ne yazık ki, iç açıcı olmayan yazılar görüyorum. Özellikle tercüme eserlerde durum vahim! Bir yandan da tanıdıklarımın dostlarımın internetteki sayfalarına araştırma veya onların ihtisas alanıyla ilgili olarak bilgi almak amacıyla girdiğimde de aynı durumu görebiliyorum. Hatta bazen bu türden metinleri evde yüksek sesle okuyorum ve ev halkına: "Ne anladınız bu okuduğum şeyden?" diye soruyorum ve sonunda başlıyoruz gülmeye. Çünkü anlamsız, uzun ve yazarın kendisinin bile sözgelimi bir ay sonra anlayamayacağı cümleler. Çünkü yazar kendi anlayacağı şekilde yazmış, ama bir süre sonra konuyu unutacağı için, kendisi de yazdıklarından konuyu öğrenemez! Çünkü cümleler veya metin konuyu anlatmıyor. Ben konuyu veya cümleyi anlasam da, okuma ve yazma alışkanlığımdan ötürü, yazarın ne anlatmak istedini tahmin edebildiğim için bunu başarabiliyorum!
Ben bu işi biliyorum haberiniz olsun!
Yazar olup da yazamayan bu dostlarımı uyarıyorum, ama anlatamıyorum. Belki mutevazı davrandığım içindir! Çünkü ben onları kırmadan durumu anlatabilmek için: "Ben de, daha bu işi bitirmedim ve elbette benim de eksiklerim var, ama istersen yazarlık deneyimimle sana yardımcı olabilirim" gibi cümlelerle durumu anlatmaya çalışıyorum. Ama bu "cilalı imaj" devrinde mutevazı olmaya çalışmak, bazı insanların sizi göz ardı etmelerine sebep olabiliyor. Beni dinlemek için televizyona çıkıp popüler olmamı bekliyorlar. Yahu zaten beni o zaman herkes tanıyacak! Siz bir fark ortaya koyun! Benim kalitemi anlamak konusunda kendinize yetemiyor musunuz da meşhur olmamı bekliyorsunuz? Meşhur olmayi veya televizyona çıkmayi istemıyor olamaz mıyım? Diyelim ki bir gün bugünkünden daha çok tanındım, bir çok televizyona veya radyoya davet edilmeye başladım. Siz geç kalmış olmayacak mısınız? Size zamanım kalacak mı? :)
E ben de o zaman şöyle diyeyim: "Kardeşim siz bu işi bilmiyorsunuz, ama ben biliyorum! Ya yazmayı bırakın ve kendinizi kötü bir duruma düşürmekten vaz geçin ya da arkadaş-büyük sözü dinleyin!" Nasıl? Böyle daha iyi oldu, değil mi?
------------
Savaş ŞENEL: Vizyonu, Misyonu ve Değerleri
-------------
Konuyla ilgili film-kitap önerileri yapmak-almak ve yorumlarınız için:
MSN: savassenel@hotmail.com
savassenel@savassenel.com
Skype: savas.senel
--------------------------
Kendiniz ve dostlariniz icin guzel bir hediye:
Kitap hakkında bilgi almak için bu satırları tıklayınız.
Kitap hakkında bilgi almak için bu satırları tıklayınız.
No comments:
Post a Comment