Bugünlerde farklı bir sevinç yaşıyorum. Bu bloglarda görmeye alışkın olduğunuz yazıların bir kısmı buradan ayrıldılar. Buradan "taşınmış olan" yazılarım, Neden?Kitap Yayınevi’nden çıkmış bulunan “Hayatı Iskalama! Lüksün Yok” adlı kitapta toplandılar. Kitapta yer alacak yazıların içeriklerini çıkarıp, onların yerlerine kitabın kapak resminin de yer aldığı duyurular koyduğum için, hangi yazılarımın kitapta yer almış olduklarını sizler de görebilirsiniz. Kitabımı şu anda özellikle www.kitapyurdu.com adresinden, diğer internet kitap sitelerinden ve kitapçılardan edinebilirsiniz.
Kitaba doğru giden yazılarım, bir dostun önerisini dikkate almamla birlikte başladı. Sevgili arkadaşım Gökhan Yorgancıgil, bundan yaklaşık 3 yıl önce bana, kendime ait bir web sitesi açmakta ağır davrandığımı, istersem bloglarda yazabileceğimi söyledi. Ben de hemen internette bir blog açtım ve sonra o blogların sayısı 15’i buldu. İlkokuldan beri süregelmiş olan yazma alışkanlığım, böylelikle internete taşınmıştı.
Benim kendilerini çok iyi tanıdığım, ama beni hiç tanımayan bazı kişiler, (herhangi bir yazılı metinden yararlanabilecek bir bakış açısına sahip olmadıklarından olsa gerek) yazarlığın herhangi bir yararı olmadığını söylemişlerdi! Bu tür kişilerin söylediklerine burada yer vermemin sebebi, onların bu yöndeki düşüncelerini önemsemem değildir. Sizin de olumlu ve uzun vadeli çalışmalarınızla ilgili olarak bu tür yorumlar duyabileceğinizi ve vaz geçmemeniz gerektiğini vurgulama arzumdur. Ben yazmaya devam ettikçe, okurlarım beni buldu. Yazılarımın bir çok kişiye umut ve yeni açılımlar vermiş olduklarını görmüş oldum.
Derken, bir gün elektronik posta adresimde bir mesaj gördüm. Bu mesajda, Neden?Kitap Yayınevi’nin Kıymetli Halka İlişkiler Sorumlusu Nazar Çiftpınar Hanımefendi, yayınevi olarak yazılarımla ilgilendiklerini ve yazılarımın bir kısmını kitap hâline getirmek istediklerini belirtmişlerdi. Ben de yayınevinin web sitesini inceledikten sonra, görüşebileceğimizi söyledim.
Daha sonra yayınevinin web sitesini inceledim ve ortak çalışmalar yapmaya hazır bir şekilde, Necati Bey ve Nazar Hanımla görüştük. Yazıların kitaba dönüşme serüveni bugüne geldi.
Bu kitabı, hayata gerçekçi ama bir yandan da olumlu bir perspektiften bakmayı becerebilen veya beceremeyen herkese önerebilir veya hediye edebilirsiniz. Ben, hayatın gerçeklerinden hiç de habersiz olmadığımı, aksine bu gerçeklere dair ciddî ve bazen de beni çok hırpalayan bir farkındalık taşıdığımı ve bunlarla birlikte yine de iyimser olabildiğimi düşünüyorum. Bu yazılarda romantik bir iyimserlik değil, acısı çekilmiş bir iyimserlik göreceksiniz.
“Olumlu mesajlar vermek kolay! Siz benim yaşadıklarımı nerden bileceksiniz?” tarzı ifadeler için cevabım da hazır!: “Sizler de benim yaşadıklarımı bilmiyorsunuz!” Bu yazılar, size arabesk gelebilecek bir tabirle "hüzün topladığı hâlde neşe dağıtmaya çalışan” bir şairin yazılarıdır.
Bu kitabı okuma kitabı olarak kullanabileceğiniz gibi, tartışma gruplarında ortak bir metin olarak kullanabilir ve fikir egzersizleri yapabilirsiniz. Hatta ders kitabı olarak bile kullanabilirsiniz. Yazılar deneme türünde yazılmışlardır ve maddeler hâlinde tavsiyeler vermektense, aslında bir şeyleri paylaşmayı amaçlamışlardır! Bu denemelere, yazarın yüksek sesle düşündüğü yazılar olarak da bakabilirsiniz.
Kitabım çıktığında onu çocuklarımdan birisi gibi bağrıma bastım. Çünkü bu yazılar ve sonunda onların bir kısmının toplandığı bu kitap, benim eserlerim gibi görünseler de, aslında onlar da, çocuklarım gibi, birer hediyedirler.
--------------------------
www.savassenel.com
--------------------------
Konuyla İlgili diğer yazılar, öneriler: Görmek istediğiniz linkin adını tıklayınız:
"Hayatı Iskalama Lüksün Yok!" adlı şiir
Nazım Hikmet Ran Hakkında
Gökhan Yorgancıgil HakkındaGökhan Yorgancıgil ile yapılmış olan bir öportaj
www.kitapyurdu.com
Neden Yazıyorum? Zorum Nedir?
Size “deli”, Bana “Yazar” Derler!
Madem ki Zekîyim, O Hâlde Kitap Okumama Gerek yok! (mu?)
Okumadan Yaşanır mı?
Kitap Satın Almak, Araba Satın Almaktan Daha Zor (mu?)
Kitaplardan neler Bekliyoruz?
Okuma Etkinliğinden Tasarruf Edilir mi? Kumdan kale yapılır mı?
Kitaplar Hep Aynı Şeyleri mi Söylerler?
Çok Kitap Okudum da Hayatım Değişti!
Kitaplarla Anılmak İsterim! Fena mı Ederim?
Kitaplar Teorik Şeyler midir?
Okumanın Bana Çocuklukta Kazandırdıkları
Çocuklar Okumayı Sevebilirler mi?
-----------
Konuyla ilgili film-kitap önerileri yapmak-almak ve yorumlarınız için:
MSN: savassenel@hotmail.com
savassenel@yahoo.com
Bir çok kişi, yazma işinin başlı başına bir alan olduğunu anlamakta güçlük çekiyor. Bir şeyleri duyumsamak, bilmek veya yaşamak, yazmak için yeterli görülebiliyor.
Duyumsamak, bilmek veya yaşamak birer kazançtır ve elbette size yazmak için eşsiz malzemeler sağlayabilirler. Ancak, ilk üçü herkeste ister-istemez bulunan birer özellik iken, yazmak bir kazanımdır. Bunu söylerken, yazarlığın herkesin yapabileceği bir şey olmadığını kast etmiyorum. Bendeniz, bir çok okurumu, arkadaşımı, dostumu veya öğrencimi yazmaya teşvik eden birisiyim. Teorik olarak, herkesin bir şeyler yazabileceğine inanırım. Fakat bu inancım sadece, yazmak konusuna karşı gerekli duyarlığı ve saygıyı duyan kişilerin hayatında gerçeğe dönüşür.
Kâğıdı ve kalemi alan herkes bir şeyler yazabilir. Ama zihninizdekileri ve kalbinizdekileri tam anlamıyla veya tam anlamına yakın bir şekilde kâğıda dökmek zordur. İşte temel sorunlar burada, yani duygu ve düşüncelerin yazıya dökülmesi aşamasında ortaya çıkarlar. Başka bir deyişle, yazarlığı farklı bir iş ve profesyonel bir alan hâline getiren, buradaki sorunlarla yüzleşme ve onları aşma becerisidir.
Bir hevesle yazmaya başlayan kişiler bazı noktaları göz ardı ederler veya genellikle bunlardan haberleri yoktur.
Birincisi kişi kendi anadillinde de konuşup-yazsa, aslında tercüme yapmaktadır. Yani yazmakta olan kişinin ana dilinin Türkçe olduğunu düşünelim; Bu kişi, aslında düşüncelerini veya duygularını Türkçe’ye tercüme etmektedir. Çünkü düşünceler ve duygular zihnimizde Türkçe olarak değil, aksine herhangi bir dilden bağımsız olarak doğarlar ve yine herhangi bir dilden bağımsız olarak var olmaya devam ederler. Biz onları yazıya dökerken, aslında onları Türkçeye tercüme ederiz. Dolayısıyla bütün tercüme çalışmalarında söz konusu olan sorunlar, anadilinizde yazarken de ortaya çıkarlar: Kendimizi iyice okumak, neler hissettiğimizi veya düşündüğümüzü iyice anlamak, uygun kelimeler, tamlamalar, ifadeler veya deyimleri bulup aslına sadık bir şekilde tercüme yapmak gibi.
İkincisi, tercümeden bir farklı olarak ortaya çıkan bir konu vardır. Tercüme yaptığınız bir eserde her şeyi tercüme edersiniz. Size hangi metin verilmişse ve tercüme etmeniz istenmişse, onu kısaltmadan veya kendinizden fikir olarak bir şey katmadan başka bir dile aktarırsınız. Fakat zihninizin ve kalbinizin söylediklerini tercüme ederken, yani yazıya dökerken, seçimler yapmanız gerekir: Hissedip-düşündüklerinizden hangi sonuçlara ulaşıyorsunuz? Zihninizden veya kalbinizden geçenleri ne amaçla kâğıda dökeceksiniz? Yazınızda bu fikirlerin veya duyguların hangilerine yer vereceksiniz ve okuyucuyu nereye götürmek istiyorsunuz? Okuyucunun neler düşünmesini, neler hissetmesini ve ne yapmasını istiyorsunuz?
Üçüncüsü, okuyucu sizin eseriniz olan metinleri okurken yalnızdır. Anlamadığı yerleri size sorma imkânı yoktur. Dolayısıyla yazdıklarınız hem içerik olarak, hem de imla kuralları ve dil kullanımı açısından açık ve anlaşılır olmalıdırlar. İçerik olarak belli bir kitleyi hedeflemiş ve yazdıklarınızı anlamak konusunda sorumluluğu okuyucunuza yüklemiş olabilirsiniz. Yani yazılarınız belli bir birikimi gerektiriyor olabilir. Ama acı gerçek şu ki, anlayacak birikimim olduğu hâlde anlayamadığım bir çok yazı görüyorum ve aslında belli bir süre geçtikten sonra kendi yazarının da o yazıyı anlamayacağını düşünüyorum!
Çünkü bu türden yazılardaki çoğu ifade, okuyucu zihninin anlayacağı açıklıkta değiller. Bunun sebebi de, yazarın bir ana fikri olmaması, kelimeleri ve imla kurallarını düzgün bir şekilde kullanmaması veya başka yazarları yeterince okumamış olması, yani çıraklık yapmıyor olmasıdır.
Bir konuda başarılı olan kişilerin, kendilerini yazarlıkta da iyi görme hatası da, onların başarısızlığını hazırlayan etkenlerdendir. Mesela kişinin konuşmaları oldukça iyidir. Dolayısıyla kendisini yazarlık konusunda da başarılı görür. Kişinin bir gün yazarlık konusunda da “başarılı olacağına inanması” hata değildir. Ama bir başka bir alanda başarıyı yakalamış olduğu için yazarlıkta da otomatik olarak başarılı olduğuna inanması yanlıştır. Kendilerine şu soruyu sorsalar yetecek: “Yahu ben yıllardır konuşmalar yapıyorum ve bu başarım zamanla beslendi. Ama yazarlık geçmişim o kadar uzun değil: Nasıl oluyor da kendimi bu konuda da başarılı sayıyorum?”
Evet dostlar, acı gerçek şu: Yazmak da bedel istiyor. Yazdığınızın on katı kadar okumuyorsanız ve sık sık da yazmıyorsanız, dikkatli olun derim. Yoksa yazdıklarınız diğer alanlardaki başarınızı da gölgeleyebilir.
Verdiğim yazarlık dersleri fikri de buradan doğdu. Yazarlık konusunda bir farkındalık vermek ve yol göstermek fikri beni bu konuda dersler vermeye itti. Evet, herkes yürüyebilir, ama yürümeden yürümeye fark vardır. Nasıl yürüdüğünüz sizi ilgilendirir. Ama bırakmak istediğiniz etkiyle yürüyüşünüz arasındaki ilişki kopuksa, o zaman sorun var demektir. Sözgelimi bir kavgaya süklüm-püklüm yürüyerek girerseniz, sonu hüsran olur. Yazarlık da böyledir.
Yanlış mı düşünüyorum?
--------------------------
www.savassenel.com
--------------------------
Konuyla İlgili diğer yazılar, öneriler: Görmek istediğiniz linkin adını tıklayınız:
Yazılı ve Sözlü İletişim Konusunda Önemli İlkeler
Neden Yazıyorum? Zorum Nedir?
Size “deli”, Bana “Yazar” Derler! Madem ki Zekîyim, O Hâlde Kitap Okumama Gerek yok! (mu?)
Okumadan Yaşanır mı?
Araba Satın Almak, Kitap Satın Almaktan Daha Zor (mu?)
Kitaplardan neler Bekliyoruz?
Okuma Etkinliğinden Tasarruf Edilir mi? Kumdan kale yapılır mı?
Kitaplar Hep Aynı Şeyleri mi Söylerler?
Çok Kitap Okudum da Hayatım Değişti!
Kitaplarla Anılmak İsterim! Fena mı Ederim? Kitaplar Teorik Şeyler midir?
Okumanın Bana Çocuklukta Kazandırdıkları
Çocuklar Okumayı Sevebilirler mi?
İnsanları Kaynaklara ve Özellikle Kitaplara Ulaştırmazsam Patlarım!
Arabam Olmayışı Konusunda Bütün Suç Annem ve Babam da!
-----------
Konuyla ilgili film-kitap önerileri yapmak-almak ve yorumlarınız için:
MSN: savassenel@hotmail.comsavassenel@yahoo.com
Şiir ve edebiyatla ilgilendiğimi bilen bir dostum, bana uzun zaman önce, bir defterin içinde yer alan “şiirler” gösterdi. Bu defterin sahibinin bu şiirleri bastırmak istediğini ve kitabın gelirini de ihtiyaç sahiplerine harcamak istediğini belirtti. Ben de deftere baktım. İlk geldikleri gibi yazılmış ve sonra bir daha dokunulmamış olan bir sürü çalışma vardı. Bunlarda, şiirselliğe has bir dil kullanımı yoktu. Kısacası, sözü geçen bu çalışmalar, benim “durum raporu” dediğim, “yorgunum”, “aşığım”, “sana hasretim” vs gibi şeylerin söylendiği satırlardı.
Ben defter hakkında fazlaca yorum yapmadım.
Buna benzer bir olayı, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yabancı Diller Eğitim Bölümünde öğrenciyken yaşamıştım. Genç bir bayan, hocaların ofislerinin nerede olduklarını sordu. Ben de hangi hocamızı aradığını sordum. Kendisinin şair olduğunu ve şiirlerini bir hocaya göstermek istediğini söyledi. Ben de, bölümümüzde çalışma alanı Türk edebiyatı olan bir hocamız olmadığını söyleyip, şiirleriyle ilgil sorular sordum. Yaklaşık 300 şiiri olduğunu söyledi. Ben de T. S Eliot gibi 80 yaşında vefat eden bir şairin 250 şiiri bulunduğunu ve o bayana, bu yaşta bu kadar “şiiri” nasıl yazdığını sordum. Cevabı, ne yazık ki, tahmin ettiğim türden bir açıklamaydı: Kendisine sürekli ilham geldiğini, hepsini hemen kâğıda geçirdiğini ve şiirlerinin üzerlerinde çalışmaya da gerek görmediğini belirtti. Ben de ona, Mustafa Kutlu Beyi şiirlerini gösterebileceği bir isim olarak tavsiye ettim. Acı gerçekleri kendisinden daha yaşlı ve olgun birisinden duyması daha iyi olacaktı!
Şiirin “durum raporu” olmadığını, şiirin görevinin bilgi vermek veya şairin duygularını okuyucuya haber vermek değil, bu duyguları okuyucuya hissettirmek olduğunu bir çok “şair adayına” sıklıkla anlatmak zorunda kalıyorum.
Güçlü bir şair, size üşüdüğünü anlatmak istiyorsa, bunu sadece “üşüyorum” diyerek yapmaz. Seçtiği kelimeler, kullanımlar, tamlamalar veya ifadeler, size üşüdüğünüz hissini verir ve dolayısıyla da şairin üşüdüğünü size hissettirirler. Bir şair “üşüyorum” diyorsa, aslında size vermek istediği duygu muhtemelen “üşümekten” başla bir şeydir. Mesela Attila İlhan “hüzünlüyüm” yerine “kadeh gibi buğulanıyorum” der. Sizce bu iki ifadeden hangisi şairin hüznünü daha iyi anlatıyor?
Meslekleri veya kişilikleri gereği net ve açık gerçeklerden hoşlanan kişilerin şiire uzak kalmaları bundandır. Onlar bir şey varsa, “hissetmekten” çok, o durumu “bilmek” isterler. Ama insanları harekete geçiren şey, sadece gerçekler değildir. O gerçeği içlerinde duyumsamak, yani hissetmektir.
Sizinle –kabul ederseniz- paylaşmak istediğim hikâye bunu çok iyi anlatır: Görme engelli bir dilenci, önünde “Ben Körüm” yazan bir tabela asılı bir şekilde dileniyormuş. Derken, birisi ona seslenmiş: “Dostum, göğsünde aslı duran tabeladaki yazıyı değiştireyim. Sana eskisinden daha çok kişi sadaka verecek!” Dilenci de, bu isteği geri çevirmemiş ve adamın tabeladaki yazıyı değiştirmesine izin vermiş. Dilenci adama mesleğini sorunca, adam: “Ben şairim!” demiş ve yazıyı değiştirdikten sonra gitmiş. Gerçekten de, dilenciye para verenlerin sayısı artmış. Dilenci bu durumda hem sevinmiş hem de meraklanmış. Adamın ses tonundaki sevecenlik ve verdiği güven duygusuyla, ne yazdığını ona sormamış olduğu için, kendisine para veren başka birisine: “Benim göğsümdeki küçük tabelada ne yazıyor?” diye sormuş. Soruyu duyan adam, üzerinde taşıdığı tabelada ne yazdığını bilmeyen dilenciye şaşırmış, ama soruyu da cevaplamış: “Tabelanızda “çocuğumun yüzünü hiçbir zaman göremeyeceğim!” cümlesi yazılı!” demiş.
“Ben körüm!” ifadesiyle “Çocuğumun yüzünü hiçbir zaman göremeyeceğim!” ifadesini sizler karşılaştırın. İkisinde de bilgi var. Ama hangisi etkileyici ve okuyanı harekete geçiren bir özelliğe sahip, siz karar verin.
Geçenlerde bir bankanın açtığı bir şiir yarışmasına çok şaşırtıcı bir sayıda şiir dosyası gelmişti. Bu sayının, şiir kitaplarının Türkiye’deki baskı ve satış rakamlarıyla uzaktan yakından ilgisi yoktu. Buradan çıkan sonuç şudur: Şair ruhlu insanlarımız da şiir okumuyorlar, ama günün birinde her nasılsa birer “şair” olup çıkıyorlar.
Hiçbir sanat dalında, sizden önce ortaya konmuş olanları incelemeden, başarılı olmazsınız. Bu şiirde de geçerlidir. Şair ruhunu kaliteli şiirlerle kâğıt üzerinde gerçeklemek isteyen kişiler, sadece şiir değil, müzik, edebiyat, sosyoloji vs gibi branşlarla da ilgilenmelidirler. Bir öğrencim bana bir gün şaşkınlık içinde şunu söylemişti: “Hocam, şairler ne kadar kültürlü ve bilgili oluyorlar!” Şair, şiirini okuduklarından, gördüklerinden, dinlediklerinden, kendi duygu ve düşüncelerinden süzen kişidir. Bir keresinde bir kilo gül yağı elde edebilmek için kaç ton gülün preslenmesi gerektiğini duymuş ve şaşırmıştım. Hayatın içinden “şiir damıtmak” da bundan farklı bir şey değildir.
Aziz Nesin: “Türkiye’de her 3 kişiden 4’ü şair” derken, sanırım şairliğin ne kadar hafife alındığını kast ediyordu. Bir gün şair ve yazar İsmet Özel Bey’e “neden herkes şiirden anlamıyor?” diye sorma şansım olmuştu. O da bana: “Herkesin şiirle ilgilenmesi gerekmiyor zaten. Dert etmeyin” anlamında bir cevap vermişti.
Evet şair ruhlu olan herkes, şair olmayacak. Ama siz gerçekten “şair” olmak istiyorsanız, tavsiyelerimi gözden geçirin derim!
--------------------------
www.savassenel.com
--------------------------
Konuyla İlgili diğer yazılar, öneriler: Görmek istediğiniz linkin adını tıklayınız:
Şairlerle İlgili HatıralarımKadınlar Neden Şairleri Sevmezler?Neden Bazı Sorular Beni Şaşırtıyor?
Sanat Eserleri Ne İşe Yararlar?
Sanatçılar ve Ağustos Böcekleri
-----------
Konuyla ilgili film-kitap önerileri yapmak-almak ve yorumlarınız için:
MSN: savassenel@hotmail.comsavassenel@yahoo.com
Bir haber programını seyrederken, ilginç olaya tanık olmuştum. Bu haber, medya’nın insanları “gerzekleştirme” sürecinde nasıl bir role sahip olduğunu anlamam konusunda ilginç bir örnekti.
Yoksul olduğu için belediyeye başvuran ve çocuklarının bakımı konusunda yardım isteyen bir bayanın, bu görüşme sırasında cep telefonu çalmıştır. Haber programında bu durum bir “çelişki” olarak verilir. Yoksul olan bir insanın cep telefonu olmamalıdır. O zamanlar, ben de haberciye hak vermiştim. Ama şu anda bu yorumu çok “saçma” buluyorum.
Bir insan, yoksulsa ve bu durumdan kurtulmaya çalışıyorsa, bu, bazı kaynak kişilerle iletişim halinde olmasını gerektirir. Eğer bütün gün bir yerlere gidiyorsanız ve hareket halindeyseniz, insanlar size nasıl ulaşabilirler? Cep telefonu gibi bir araç varsa ve kendi bütçenize göre veya borç alarak bunlardan bir tane edinmeniz sizi ulaşılır kılıyorsa, neden bu cihazı kullanmayasınız? Cep telefonu çok pahalı bir cihaz mıdır?
Dilenci olmakla, yoksul olmayı karıştırmamakta yarar var derim. Zaman içinde şu kanıya vardım: Kim daha çaresiz bir şekilde dileniyorsa, ona para veriyorsunuz. Çünkü dilencinin tezgâhtarlığı ve ustalığı buradadır: Elinden geldiği kadar çaresiz görünmek. Eminim siz de zaman zaman dilencilere yardım yapıyorsanız, siz de en çaresiz şekilde yalvaranlardan etkileniyorsunuzdur. Fakat yoksul veya bir konuda yoksun olup bu durumdan kurtulmak isteyen insanları dilencilerle karıştırmamak gerekir. Onlar dilenci değillerdir.
Cep telefonu olan bir dilenciye sadaka vermek istemezsiniz. Ama yoksul olan ve “ucuz” bir model cep telefonu olan birisine yardım etmelisiniz. Çünkü yoksulluktan kurtulmanın en birinci ilkesi, çok insanlarla tanışmak ve “ulaşılabilir” olmaktır.
Tom Hanks Ve Catherine Zeta Johns’un başrollerini oynadıkları “Terminal” adlı filmde, Tom Hanks, iş başvurusu yapar ama ona ulaşmaları için verebileceği bir telefonu yoktur. Havaalanında bulunan ve halka açık telefonlardan birisinin numarasını verir. Sonra o telefonun yanında beklemeye başlar. “Telefon, her an çalabilir ve gelen aramayı kaçırabilirim” endişesiyle tuvalete bile gidemez. Sonra telefon çalar ve Tom Hanks’e işe başka birisinin alındığı söylenir. O da telefonu kapatır kapatmaz, koşarak tuvalete gider.
Cep telefonu, bilgisayar, fotoğraf makinesi gibi araçların sadece parası olan veya zengin kişilere has olduğunu düşünmek büyük bir yanlıştır. Yoksulluk veya parasızlık çeken birisinin yapması gereken ilk şey ne yapıp ne edip kart bastırmak ve bir cep telefonu edinmektir. Bundan sonra onun yetenekleri doğrultusunda üretmesini sağlayacak olan başka bir aracı belki borç alarak veya belki de hibe alarak edinmesidir.
Elbette yeterli geliri olmadığı hâlde, lüks telefonlar kullanmaktan söz etmiyorum. Ama yoksulluğunu veya içinde bulunduğu zor şartları aşmak isteyen insanların iletişim haklarını kullanmaları gerekir ve bu konuda teşvik edilmelidirler diye düşünüyorum.
--------------------------
www.savassenel.com
--------------------------
Konuyla İlgili diğer yazılar, öneriler: Görmek istediğiniz linkin adını tıklayınız:
Edinilmiş Gerzeklik” Konusunda Öneriler
”Edinilmiş Gerzeklik” Konusunda Yerli Televizyon Dizilerinin Rolü
Sanal Alemde Sohbet Etmenin İncelikleri
”Randevusuz Çıkmam!” Desem, Çok mu Havalı Olurum?
Sosyalleşmek Masraflıdır
-----------
Konuyla ilgili film-kitap önerileri yapmak-almak ve yorumlarınız için:
MSN: savassenel@hotmail.comsavassenel@yahoo.com