Monday, September 03, 2007
NEDEN İNSANLAR KONUŞURLARKEN-YAZARLARKEN YABANCI KELİMELER KULLANIR? (10)
Yıllarca İngilizce öğreten biri olarak Türkçe konuşurken yabancı kelimeler, sözgelimi İngilizce kelimeler kullanmaktan kaçındım. Aslında hangi kelimelerin yabancı olduğu, hangilerinin olmadığı sıkça tartışılıyor. Benim bu yazımda sözünü ettiğim kelimeler daha çok sesletimiyle yabancı olduğu hemen "sırıtan" kelimeler. Sözgelimi, “bugün off oldum” ifadesinde yer alan “off” kelimesi gibi. (Not: bu cümleyi kullanan birisi, gününün verimli geçmediğini anlatmaya çalışıyor)
Türkçe konuşurken yabancı kelimeler kullanmanın bir kaç sebebi olduğunu düşünüyorum:
Birincisi, Türkçe’de karşılığı olan kelimeleri kullanmak konusundaki dikkatsizliktir. Yabancı kelimeyi çok duyan veya yabancı dil öğrenen kişiler bunu yaparlar. İnsanlar yeni öğrendikleri kelimeleri ağızlarından kaçırabilirler. Bu mazur görülebilir. Ama sıkça tekrarı can sıkıcı bir konu olabilir.
İkincisi, konuşmalarında yabancı kelimeler kullanan biri ana dilini de iyi bilmiyor olabilir. Elimizde bulunan parçalı kumaşları birleştirip, sözgelimi masa örtüsü yaptığımız gibi, tam olarak bilmediğimiz iki dili de birleştirip derdimizi anlatmaya çalışabiliriz. Ana diline hâkim olmayanlar, sık sık yabancı kelimeler kullanırlar. Bu tür insanlar, sözgelimi İngilizce konuşurken de Türkçe kelimeler kullanırlar. Çünkü ne anadillerini ne de yabancı dili tam olarak bilmediklerinden, bir oradan bir buradan devam ederler.
Üçüncü sebep de bugünlerde zayıf düşürülen Türkçemizdir. Sadeleştirme adına güdükleşen bir Türkçe’yle konuşuyoruz. Sözgelimi Türkçe’de tartışma diyoruz. “Babamla tartıştık” diyen birisinin babasıyla kavga mı ettiğini yoksa fikir alışverişi mi yaptığını anlamak mümkün değildir. Halbuki müzakere, münazara, münakaşa v.s gibi kelimeler sadeleşme kurbanı olmasalardı, bu kadar sıkıntı yaşamazdık. Oysa İngilizce’de nüans belirten bir yığın kelime vardır. (Discussion, despute, debate v.s)
Dördüncüsü, bazı mesleki alanların başka ülkelerde doğmasıdır. Sözgelimi, internetle ilgili terimlerin İngilizce olması neredeyse kaçınılmazdır. Türkçeleştirmeye çalıştıkça da konu daha bir karışık hâl alıyor. Bu, durumda ne yapılabilir, uzun uzun tartışmak, müzakere etmek gerekiyor.
Çok acıdır ki, bana “İngilizce, Türkçe’den daha zengin sanırım” diyen öğrencilerim olmuştur. Burada biraz haksız bir durum da vardır. Bunu söyleyen öğrencilerimin bazıları aslında Türkçe’yi bilmemektedir. Yani, fikir dünyası bazı kavramları kendi anadilinde de öğrenmeye mecbur kalmamıştır. Kendi ana dilinde roman okumadan, yabancı dilde romanlar ya da metinler okuyunca, bazı kavramlarla önce yabancı dilde tanışmıştır. Aslında ana dilinde de olan bu kavramların, İngilizce’nin veya başka bir dilin malı ve zenginliği olduğunu sanmaktadır.
Anadilimizi tanıyalım. Bu ifade “yerli malı kullanalım” gibi bir ifade oldu ama, siz benim ne demek istediğimi sanırım anlıyorsunuz.
-----------
www.savassenel.com
-----------
Yorumlarınız için:
MSN: savassenel@hotmail.com
Wednesday, August 29, 2007
“RANDEVUSUZ ÇIKMAM!” DESEM ÇOK HAVALI MI OLUR? (9)
Bazı kişiler zaten çok yoğundurlar, gerçekten de randevu veremezler ama siz de kırmak istemezler. Sizi davet ederler. Bu kişiler, aslında sizinle ilgilidirler ama hayat tarzları bir anda bir kaç kişiyle görüşmelerini gerektiriyor olabilir. Bu yazı, bu tür kişilere sitem içermiyor.
Fakat randevu almak neden önemli, size açıklamak isterim
Beni en çok bekletenler veya en verimsiz görüşmeleri yaptığım kişiler, “randevuya ne gerek var?” diyenlerdir. Çünkü size randevu vermemeleri aslında sizinle çok da ilgilenmeyecekleri veya ilgilenemeyecekleri anlamına gelir. Çünkü “randevu vermedikleri” için sizin gittiğiniz süre zarfında başka misafirleri de olur ve sizinle tam olarak ilgilenemezler.
Randevu vermeyişlerinin diğer bir sebebi de, sizi günlük hayatlarına monte etme alışkanlıkları olabilir. Başka bir ifadeyle sizinle birlikteyken bilgisayarlarının monitörüne bakmaya devam ederler. Telefon görüşmelerine ara vermezler. Size randevu vermeye gerek duymamalarının anlamı, “ben zaten işlerime yapmaya devam edeceğim, sen merak etme, benim programımı bozamazsın” anlamına geliyor olabilir.
Görüşmek istediğiniz kişi size “on dakikam var. Sizinle on dakika görüşebilirim, şu saat gelin” diyorsa bu güzel işarettir. Sizinle on dakika da olsa büyük ihtimalle dolu dolu ilgilenecektir.
Buradan yola çıkarak, tevazu işareti sandığımız şeylerin aslında ilgisizlik işareti olduklarını söyleyebilirim. “Randevuya gerek yok canım” ifadesi aslında tevazudan çok özensizlik anlatır. Sizin olaya yüklediğiniz ciddiyeti ortadan kaldırıp, kendi özensizliklerini hoş gösterme çabasıdır.
Konu biraz farklı olsa da ”paranın ne önemi var” diyenlerin tavrı da aslında budur. Para gibi “önemli” bir kavramın önemini göz ardı ederek, sanki ilerde size açacakları maddî yaraların pansumanını daha önceden yapıyor gibidirler. “Randevuya ne gerek var” diyen kişi de “paranın ne önemi var” diyen kişi de sonunda sizi göz ardı eder ve kendi işlerine bakarlar. Bu iki ifadenin ortak yanı, telaffuz edenlerin sizi değil, sadece kendilerini düşünmeleridir.
Bu sebeple bütün görüşmelerimde randevu almaya veya randevu vermeye çalışırım. Kendimi görüşmeye hazırlarım. Kendi ofisimi düzenlerim. Eksikleri gideririm. Görüşmeye hazır hissetmek hoşuma gider. Randevu almadan ziyaret ettiğim dostlarım eğer benimle ilgilenemezlerse fazla şaşırmam veya alınmam. Aslına bakarsanız, mekânlarına girmeden önce telefon ederim geldiğimi haber veririm. Müsait değilse de yanına gitmem. Baskın yapmak hoşuma gitmez!
Bu sebeple randevu almadan bir yere gitmeyin ve bütün ayrıntılar ın net olduğundan emin olmadan da iş anlaşması yapmayın derim.
Yanlış mı derim?
-----------
www.savassenel.com
-----------
Konuyla ilgili film-kitap önerileri yapmak-almak ve yorumlarınız için:
MSN: savassenel@hotmail.com
İYİ BİR DİNLEYİCİ OLMANIN AFETLERİ- ZARARLARI (8)
İLETİŞİMCİYİM, O HALDE HERKESLE ANLAŞMALIYIM (MI?) (7)
Sağlıklı bir iletişim kurmak, karşımızdaki insan ya da insanlarla anlaşmanın ilk şartı sayılabilir. Bununla birlikte, iletişim kurmakla, anlaşmak arasında fark vardır. İletişim, mutlak anlamda anlaşmak değildir. Sağlıklı iletişim kurmak, her koşulda karşımızdaki insanla anlaşmayı garanti etmez. Fakat, iyi bir iletişim kurulursa, anlaşamadığınız noktaları ortaya çıkarabilir, bunları çözmeye çalışabilirsiniz. Hiç değilse, “şu sebepten dolayı anlaşamadık” deme şansına sahip olursunuz.
İletişim, "karşımızdaki kişiye kendimizi anlatabilmek ve karşımızdaki insanı da anlamaktır." Tamamıyla anladığımız bir kişiyi onaylamak ya da onun bizi onaylaması, iletişimin mutlak bir parçası değildir. İki insanın sürekli birbirlerini onaylamaları da iletişim kurdukları anlamına gelmez. Aslında, tarafların durmadan birbirlerini onayladıkları bir durum, biraz da şüpheli bir durumdur.
İletişim kurarsak, sözgelimi karşınızdaki insanın neden kaba biri olduğunu, onu bu hale getiren sebepleri anlayabilirsiniz. Bunu anlamanız, o insana yardım etmenizde işe yarayabilir. Ama o insanın kabalığını onaylamanızı gerektirmez. Hele kabalığından sıyrılma çabası yoksa, çok iyi bir iletişim kursanız da, o kişiyle anlaşmanız hâlâ mümkün değildir.
Anlaşmaya giden yolun en önemli parçası sağlıklı bir iletişimdir. Fakat “İletişim eşittir anlaşmak” düşüncesi, ne yazık ki yanlıştır.
Bu açıdan, iletişimi iyi olan kişilerin herkesle oturup kalkmasını beklemek, herkesle iyi geçinmesini ummak, gereksiz şeyler beklemek anlamına gelir. Herkesle oturup kalkmak, zaman kaybı getiren hem de biraz politikaya kayan bir tavırdır. İyi iletişimciler, bu becerilerini herkesle anlaşmak için değil, kimlerle anlaşabileceklerini, kimlerle ortak çalışmalar yapabileceklerini bulmak için kullanırlar. Herkesle anlaşıyor görünmek, iletişimcilik değil politikacılıktır. Politikacı olmak için iyi bir iletişimci olmak mutlaka şart değildir, iletişim liderlik için şarttır.
Karşınızdaki kişiyle anlaşmanın mümkün olup olmadığını anlamak, nerede bırakacağını bilmek ve gerektiği zaman ortadan kaybolabilmek de, iletişimciliğin gereklerindendir.
İletişimciliğin, insan ilişkilerinde kendini geliştirmenin, herkesin ya da her devrin adamı olmaktan farklı olduğunu bilmelidir.
-----------------
www.savassenel.com
-----------------
Yorumlarınız için:
MSN: savassenel@hotmail.com
Friday, August 24, 2007
DANIŞMANLAR, ASLINDA YİNE SİZE DANIŞIRLAR (5)
Danışmanlar, aslında bunu yaparlar. “Sorularınızın cevapları tamamıyla sizdedir” demiyorum, ama doğru cevapların bulunmasında anahtar işleve sahip olan ipuçları, yine sizdedir.
Sözgelimi yabancı dil öğrenimi konusunda bana danışan kişilere sürekli sorular sorarım. Çünkü hazır reçeteler yoktur. Hazır reçeteler varsa bile, hangisinin size uyduğunu anlamak için yine sorular sormam gerekir. Neden yabancı bir dil öğrenmek istediklerini, bu konuda ne kadar zaman ve bütçe ayırdıklarını, daha çok hangi araçlarla öğrendiklerini veya hangi araçlarla öğrenmeyi sevdiklerini, hedeflerini ve buna benzer şeyleri sorarım. Amacım mutlaka ders vermek değildir. Kendi başına çalışma alışkanlığı olan bazı kişilere mektupla öğrenim kurslarını bile öneriyorum. Ama onlar için hazırlayacağım programı belirlemek için bütün bu soruların cevaplarını bilmem gerekir.
Bu durumda, sorularımızın cevaplarının temeli bizdeyse, başka kişilere danışmak anlamsız mı olmaktadır? Elbette anlamsız değildir. Doğru soruları sorarak, gerekli cevapları arayan kişilere her zaman ihtiyacımız vardır. Aradığınız şeylerin cevapları sizdedir. Ama “öncü” cevapları ortaya koyacak olan soruları sormak, herkesin aklına gelmez veya kişiler genellikle doğru soruları bilmezler. Ama danıştığınız kişinin sizi doğru cevaplara götürmesi için, önce sizden bazı cevaplar alması gerekir ve bunun için de size sorular sorar. Sizin soru sorduğunuz kişinin, size bir sürü sorması önce “farklı” görünebilir. Ama bu gereklidir.
Bu durumda, doğru soruları sormak, danışmanlık yapmanın en önemli şartlarından birisidir. Sözgelimi nasıl yabancı dil öğrenebileceğinizi sorduğunuzda, sizin ilgi alanlarınızı, beklentilerinizi veya buna benzer şeyleri anlamaya çalışmaksızın, hemen cevaplar vermek, aslında “anlamsız” bir tavırdır.
Benim için soru sormanın diğer bir yararı da, söz konusu konuda ciddî bir hedefi olmayan “şakacı” kişilere farkındalık kazandırmasıdır. Bu tür kişiler, bir sohbet konusu ararlar ve sizin İngilizce öğretmeni, tercüman veya iletişimci kişiliğinizi göz önüne alarak sorular sorarlar. Siz onlara sorular sorunca konunun gayet ciddî olduğunun farkına varırlar, size bir daha sorular sormazlar. Onların net bir hedefi olmaması suç mudur? Elbette hayır. Bu, onları ilgilendiren bir durumdur. Ama bir yere varmayan diyaloglardan kaçınarak, hem kendi zamanımı hem de karşımdaki kişinin zamanını korumanın da benim hakkım olduğunu düşünüyorum.
Net bir sonuçtan kast ettiğim şey, kişilerin benden ders almaları veya bir seminer vermem için beni davet etmeleri değildir. Her gün, temel konularda ciddiyetle sorular soran bir çok kişiye karşılık beklemeden cevaplar öneriyorum ve bence daha önemlisi kaynaklar veriyorum. Yeter ki kendileri için bir şeyler yapmak konusunda kararlı olsunlar.
“Hayat kısa, yapacak işler pek çok!” demişler, ne güzel demişler!
-----------
www.savassenel.com
-----------
Konuyla ilgili film-kitap önerileri yapmak-almak ve yorumlarınız için:
MSN: savassenel@hotmail.com
İLETİŞİM KURARKEN ALGINIZ SİZİ YANILTIYOR OLABİLİR; BUNUN FARKINDA MISINIZ? (4)
Konuşmacı, başarısıyla ilgili ipuçlarını sunduğu bu seminerde, hayatıyla ilgili bazı slaytlar da göstermişti. Seminer bittiğinde salondan çıktık ve arkadaşımla dinlediklerimiz hakkında konuşmaya başladık. Arkadaşımın yorumu şuydu: “Bu ne ya? Hep paradan söz etti.”
Ben bu yorum karşısında kısa bir şaşkınlık yaşadım. Çünkü beni etkileyen şey, seminercinin ailesine ve kendisine daha fazla zaman ayırabiliyor olması ve bunun meyveleri olan bir çok şeydi. Ben de onun bundan büyük bir keyif aldığını düşünmüştüm. Gerçekten de, en çok üzerinde durduğu konu buydu. Ama bu avantaj da, kazandığı paranın sadece miktarıyla ilgili olmayan, aslında gelirinin türüyle, yani “aktif” değil “pasif” gelir oluşuyla ilgili olan bir avantajdı. Zaten semineri veren kişi de sık sık paradan söz etmediği gibi kazandığı paranın miktarını da dile getirmemişti.
Hoşuma gitmiş olan bir başka şey de, konuşmacının, seminerlere davet edildiği için, sık sık yabancı ülkelere gidip, ailesiyle birlikte tatil yapıyor olabilmesiydi.
İşin ilginç yanı, tekrar etmek gerekirse, bunları yapabilmesinin sırrı sadece para değildi. Daha yüksek gelire sahip olan ama zamansızlık çeken bir çok kişi, konuşmacının yapabildiklerini yapamıyordu.
Bütün bunları dikkate almayıp sadece “para”dan söz edildiğini düşünen bu arkadaşımın yorumu üzerine, insan algısının ne kadar yanıltıcı olabileceğini anlamıştım. Aslında parayı vurgulayan seminerci değildi, onca konu içinde paraya odaklanan kişi arkadaşımdı. Farkında olmadan en çok parayla ilgili kısımlara kulak kabartmıştı.
Buna benzer bir olayı bir gün üniversitedeki ofisimde yaşamıştım. Bir gün ofisime her zamankinden daha fazla öğrenci gelmişti. Ve o gün odama gelen öğrenci sayısındaki erkek-kız öğrenci oranı neredeyse eşitti. Genç hocalardan birisi bana “hocam bugün ziyaretinize sürekli bayan öğrenciler geliyor! Hayırdır?” diye takılıp espri yaptı. Ben de dedim ki: “Hocam, beni değil algınızı sorgulayın. Bugün en az bayan öğrenciler kadar erkek öğrenciler de beni ziyarete geldiler. Ama onların farkına bile varmamışsınız, hayırdır!” diye cevap verdim. Cevap şaşkınlıkla dolu bir suskunluktu ve kendi ofisime geçtim.
Kendi öz algısı tarafından aldatılan insanları görünce, algımı kendimden müstakil bir varlık olarak düşünmeye başladım. Onun bana fısıldadıklarını da süzgeçten geçirir oldum. “Acaba algım beni aldatıyor mu?” diye sormaya başladım. Mesela algınız size, karşınızdaki kişinin cimri olduğunu söyleyebilir ama o kişi aslında ihtiyaç sahiplerine verebilmek için para biriktiriyor olabilir. Bu gerçeği görmek için belki de biraz daha dikkatli bakmanız gerekiyordur.
Mesela bir arkadaşınız size arabasıyla ailesini gezdirebildiğini anlatıyordur ve belki de arabası eskidir de ama sizin onun konuşmalarında algıladığınız şey, onun arabasıyla övündüğü yanılsaması olabilir. Bu konuşmacının suçu mudur yoksa sizin mi?
Uzaktan gördüğümüz bir ipi veya dal parçasını bize yılan gibi gösterebilen şey de algımız değil mi? Evet aslında algımız bizi koruyor. Yani o ip yılan da olabilirdi. Ama hemen oaradan uzaklaşmak yerine, gördüğünüz şeyin gerçekten yılan olup-olmadığını kontrol etmek daha mantıklı olabilir.
Ne dersiniz?
-----------
www.savassenel.com
-----------
Konuyla ilgili film-kitap önerileri yapmak-almak ve yorumlarınız için:
MSN: savassenel@hotmail.com
Thursday, August 23, 2007
Friday, July 13, 2007
Saturday, January 13, 2007
USTALARDAN İLETİŞİM SIRLARI (1)
Bu aralar tercüme ettiğim bir kitabı, iletişim konusunda oldukça ilham verici buldum. Bu kitapta da vurgulandığı gibi, iletişim becerisi, hem her şeyin bir parçası hem de ayrı bir alan olarak dikkat çekiyor.
Bütün becerilerde olduğu gibi iletişim becerisi de sabır ve emek istiyor. Bu konuya harcadığınız sabır ve emek de her zaman olduğu gibi konuyla ilgili hayaller ve hedeflerinizle doğru orantılı. İster e-maille, ister telefonla isterseniz yüz yüze iletişim kurun, başarılı iletişimcilerin kendilerine sordukları bazı sorulara göz atmakta yarar var.
Yazımızın veya konuşmamızın konusunun kadınlar ve hedeflediğimiz okuyucuların veya dinleyicilerin erkekler olduğunu kabul edelim. Sözgelimi kadınlar hakkında bir yazı yazacaksınız veya bir konuşma yapacaksınız. İşte etkin iletişim için bu konuşmayı yapmadan önce kendinize sormanız ve cevaplarını bulmanız gereken sorular:
1. Okuyucularınızda veya dinleyicilerinizde önemsediğiniz 3 ana özellik ne olmalıdır?
Bu insanların hangi özelliklerine hitap edeceksiniz? Dinleyicileriniz veya okuyucularınız, edebiyatla ilgileniyorlar, duygulular ve eğitimliler veya siz, bu özelliklere sahip bir kitlenin dikkatini çekmek istiyorsunuz. Onlara, kadınlarla ilgili mesajlar verirken, bu açılardan ilginç gelebilecek mesajlar vermelisiniz.
2. Okuyucularınızın veya dinleyicilerinizin sonsuza kadar hatırlamalarını istediğiniz 3 ana mesaj ne olmalıdır?
İnsanların, sizi dinledikten sonra veya yazınızı okuduktan sonra konuyla ilgili olarak hatırlamalarını istediğiniz 3 şey, sözgelimi kadınları dinlemeleri gerektiğini, onlara karşı saygılı olmaları gerektiği ve kadınların, duyarlı olduklarını bilmeleri olabilir.
3. Okuyucularınızın veya dinleyicilerinizin, iletişim sürecinde konuyla ilgili olarak hissetmelerini istediğiniz 3 şey ne olmalıdır?
Sizi dinleyen veya yazınızı okuyan kişilerin, kadınlara karşı saygı ve merak duygusu yanında onlara karşı nazik olmaları gerektiğini hissetmelerini hedefleyebilirsiniz.
4. Okuyucularınızın veya dinleyicilerinizin, sizden ayrıldıktan yapmalarını istediğiniz 3 şey ne olmalıdır?
İnsanların, sizi dinledikten sonra veya yazınızı okuduktan sonra konuyla ilgili olarak yapmalarını istediğiniz 3 şey, sözgelimi sevdikleri kadına çiçek almaları, ona daha çok zaman ayırmaları ve kadınlar hakkında kitaplar okumaları olabilir.
5. Okuyucularınızın veya dinleyicilerinizin sahip oldukları ve takdir ettiğiniz 3 ana özellik ne olmalıdır?
Sizi dinleyen veya yazılarınızı okuyan insanlarda, size değil onlara dönük üç sempatik özellik bulmalısınız veya bu özelliklere sahip olan kişilere hitap etmelisiniz. Bu özellikler, sözgelimi okuyucularınızın veya dinleyicilerinizin, nazik, saygılı ve öğrenmeye açık olmaları olabilir.
6. İletişim sürecinde karşılaşabileceğimiz 3 ciddî engel ne olabilir?
Sözgelimi e-mail yazıyorsunuz. E-mailin sahibine ulaşmasını engelleyen 3 olası sorun, o kişinin e-mail adresinin kapanmış olması, e-maillerini nadiren kontrol etmesi ve e-mailinizin spam olarak görülüp junk-reklam klasörüne gitmesi olabilir. Bu durumda o kişiyi arayıp, e-mailiniz alıp-almadığını ve okuyup-okumadığını sormanız gerekebilir.
7. İletişim sürecinde sunmak istediğimiz 3 değer ne olabilir?
Bu 3 değer, yazınızla veya konuşmanızla geçen hoş bir zaman, bazı yeni bilgiler ve kadınlarla ilgili olarak okurlarınızda veya dinleyicilerinizde uyandırdığınız farkındalık duygusu olabilir.
8. İletişim sürecinde olmanız gereken kişinin 3 özelliği ne olmalıdır?
Bir yazar veya konuşmacı olarak, sözgelimi itirazlara açık, düşünceli ve bilgili birisi olduğunuzu belli etmeniz gerekebilir.
9. İletişim sürecine geçmeden önce hangi 3 aracı-medyayı kullanabilirsiniz?
Sözgelimi bir konuşmacı olarak, muhatap kitlenizle iletişime geçmeden önce onları konuya hazırlamak amacıyla onalra sözgelimi resimler, kısa bir film ve müzik parçası gönderebilir ve onları seminerinize hazırlayabilirsiniz. Bu dokumanlar bütünüyle bilgi vermemeli, sözgelimi merak uyandırma amacı taşımalıdır.
10. İletişim sürecinde hangi 3 aracı-medyayı kullanabilirsiniz?
Bir konuşmacı olarak, sözgelimi resimler, kısa bir film ve müzik parçası konuşmalarınıza renk katabilir. Yazar olarak, bir resim, yazınıza eşlik edebilir.
11. İletişim sürecinden sonra kullanmaları amacıyla, dinleyicilerinize veya okuyucularınıza hangi 3 aracı-medyayı kullanmalarını önerebilirsiniz?
Bir konuşmacı veya yazar olarak iletişim sürecinin iletişim sürecinin meyvelerini arttırması ve dinleyenlerinizin ve okuyucularınızın sizden sonra bakmaları amacıyla sözgelimi bir internet linki, bir kitap ve bir film önrebilirsiniz.
3 rakamının sırrı şudur: 3 odaklanması kolay bir rakamdır. Bir konuyla ilgili 3 şey bulmak, 3 şeyi hatırlatmak, 3 şeyi vurgulamak vb. kolaydır. Daha fazla sayıda detayı ne siz yeterince vurgulayabilirsiniz ne de okuyucularınız veya dinleyicileriniz akıllarında tutabilirler.
”İngilizce Adıyla “The Negotiator, Türkiye’deki adıyla “Blöf”, iletişim konusuyla yakından ilgilenen sinema severler için bence seyredilmesi gereken bir film
-----------
http://www.savassenel.com/
-----------
Konuyla ilgili film-kitap önerileri yapmak-almak ve yorumlarınız için:
MSN: savassenel@hotmail.com